24 Kasım 2017 Cuma

Onbeşinci gün : Orman Şoku

-spoiler-
argo içerir az çok.
-spoiler-

Günaydın.

Nick elindeki çalı meşalesine güvenmek zorunda, çünkü Jim ayağı sakatken yemek bulmak konusunda ona yardımcı olamayacak.

Karanlıkta ormana girdiğinizde çok dikkatli olmalısınız çünkü kısa süre içinde etrafınızdaki ağaçların birbirine çok benzediğini fark edip yön duygunuzu yitirebilirsiniz. Duyduğunuz sesler, aldığınız kokular fark ettiğiniz ufak kıpırtılar ve sık bitki örtüsünün yarattığı kuşatılmışlık duygusu paniklemenize ve hatta başınızın dönmesine yol açabilir. Bu olaya orman şoku denmektedir.
Sabah kurduğu kapana ulaşmak için yaklaşım bir buçuk dakikaya ihtiyacı var. Henüz kapana ulaşamadı ama meşalenin yarısı tükendi bile.

Geri dönüş yolunda meşalesinin tükenmemesi için hızlanıyor. Bu sayede hem oluşan rüzgar alevi hafifletecek hem de daha fazla yol kat edebilecek.

Işte kurduğu kapan! Bir kaplumbağa ve bir küçük kirpinin içinde olması sevindirici! Ama çok hızlı davranması lazım. Artık çok az vakti var.

Işte kamp ateşi. Nick hemen yavaşladı. Bu sayede Jim'in 3 dakikalik orman macerasında götünün büzzük attığını anlayıp sabaha kadar kendisiyle daşşak geçmesini engellemiş oldu.

Deniz piyadesi eğitiminden kalan bilgilerini kullanıyor ve bacaklarını yengeç gibi yana açarak koşmaya başlıyor.

Bu sayede baş dönmesiyle başa çıkması daha kolay olacak.

Ormanda motivasyon herşeydir. Arkadaşınızın sizi aşağılaması hayatta kalma ihtimalinizi hatırı sayılır seviyede azaltacaktır.

Çifte Kurtuluş un bir sonraki bölümünde : Zürafa nın düşkünü çorap giymez kış günü / Nick ilk defa patlıcan yiyecek.

TRT de yayınlanan Dual Survival isimli programdan bir kesit aktarmaya çalıştım. Ne kadar uğraştıysam da yukarıda geçen olayların dahil olduğu bölümün videosunu bulamadım. O yüzden baştan yazdım. Biraz bozdum haliyle. Teşekkürler.

Neden böyle bir giriş yaptım peki? Durun anlatayım. Onbeşinci günüm gayet sıradan bir gün oldu. Fakülteden biraz uzaklaşıp Grab çağırmayı planlıyordum. Öyle daha ucuz oluyor. Bir de baktım ki sevgili danışman hocam Siti Norul Huda binti Sheikh Abdullah arabasıyla fakülteye geri dönüyor. Sanırım birşeyini unuttu.

Neyse ben menzile varınca Grab in düğmesine bastım. Ama makine bana şoför bulamadı. Can sıkıcı bir durum. Okuldan geç çıkmanın sinir bozucu yanları. Doktora öğrencisiyiz ya, çok çalışacağız ya. Malum kafalar. Arkamdan "Bidiğ" diye bir ses işittim. Bu benim ismimin Malayca telaffuzu oluyor. Hemen geri dönüp baktım. Bir de ne göreyim. Sevgili danışman hocam Siti Norul Huda binti Sheikh Abdullah! :)

Hocalarımı daima sevmişimdir. Birşey öğreten ve komplekssiz olanlar tercihimizdir tabi. Hocamız ise bambaşkadır. Sabah laboratuvara gelir ve yemek getirir. Akşam gelir size proje buldum, burs buldum, hibe buldum der. Öğlen gelir konferans var, bedava içecek var gelin yumulun der.

Sen bir ana, sen bir baba, her şey oldun artık bana. 
Okut öğret ve nihayet, yurda yarar bir insan et.

Atladım arabaya, hoca beni trene kadar bırakacakmış. Trenle gitmek daha ucuzmuş. KTM [0] diyorlar adına. Şehirlerarasıymış. Bir çeşit banliyö treni. Hemen KTM e bindim binlerce teşekkür edip. Yolda hep teknik konuştuk o yüzden o ayrıntıları geçiyorum. KTM güzel. 4 ve 5 inci vagonlara erkeklerin binmemesini rica ediyorlar. Koc Wanita. [1]



Ben zaten bir durak gideceğim abi takılın. Bindiğim durağın adı UKM KTM. Bir iki duraklık bir yol benimkisi zaten. İnince dedim bir navigasyonu açayım da evden ne kadar uzaktayım anlayayım. 45 dakika yürüme mesafesi diyor. Bir daha bakınca fark ettim ki inanılmaz uzun dolandırıyor bizi bu KTM.

Böyle kulağı tersten tutma misali yollara alışkınız. Ama bugün eve erken gitmek istiyorum. Sarımtrak suratın masumiyetini özledim. Kuzeyli Kadın beni merak etmeye başlamıştır bile. Eli kulağındadır mesaj atabilir her an. Hızlı olup onu şaşırtırsam mutlu olacağım. Bu tarz küçük başarılar peşinde yedim ömrümü. Eminim bana "Geldin mi? A ne çabuk." dediğinde göğsümün nasıl bir gururla dolduğunu bilmiyordur. Ama bu böyle.

Tren istasyonundan çıktım. Baktım çıkışta UKM in amblemi var. Dedim madem bizim okulun arazisi burası, gideyim sorayım şu bekçiye, eğer yasak değilse bu arazi içinden gideyim. Kestirme olur. Adamla konuşmaya başladım. Orta yaşını geçmiş kafa sinekkaydı traş. Esmer mi esmer bir hintli abimiz. Kalın bir aksanı var. Ama zaten ingilizce konuşup yabancılara kendini kanıtlama peşinde değil öyle.

"Ben UKM öğrencisiyim. Şuradan geçebilir miyim yürüyerek? Yoksa yolum çok uzayacak." diye sordum. Kurallar var tabi. "Yok yok." dedi. Şuradan azcık yürü, koruluğun içinde bir köprü var ona tırman hemen sizin evin oraya çıkacaksın." Ne korusu lan? Herhalde bu eleman pek kelime dağarcığı olmadığından çalıya koru dedi. Neyse çalının içinden geçtim. Yorgunum biraz. Arkamdan bağırdı, yok yok sola dön sola sonra düz git sonra tırman falan. İyi tamam.

 Part 2

Sola dönünce bir patika gördüm. Etrafıma baka baka patikayı takip etmeye başladım. Birkaç gündür yağmur yağmadı. O yüzden baya kuru zemin. Bu iyi. Kötü olan ise, patikanın yavaş yavaş ormanın derinliklerine götürmesi beni. Ben yürüdükçe yol daraldı, ağaç dallarından bir tavan oluştu ve gök ile arama perde çekildi. Adımlarımı sıklaştırmaya başladım, zira içimden bir ses, eve erken gelmek için çıktığım bu yolda baya zaman kaybedebileceğimi söylüyordu.

Bir de dışardan gelen sesler var tabi. Maymun mu desem kuş mu desem bilemediğim bir takım inlemeler, çığlıklar ve daha nicesi. Malezya'ya geleli 2 hafta olmuş, ormanın ortasındayım resmen. Akşam vakti de girmek üzere. Akşam vakti Dangae hastalığına yol açan Aedis mikrobunu taşıyan özel bir sinek dolaşırmış sulak arazilerin yakınlarında. Hızlı ilerlemeye, bir başka değişle topuklamaya başladım. Tam olarak korktum diyemiyorum. Sanırım eve sağ salim ulaşma, ailemi yalnız bırakmama içgüdüsü şuan korkudan çok daha baskın.




Hava iyiden iyi kararmaya başlamıştı ki demir bir kapıya rastgeldim ormanın içinde. Patika burda sona erdi. Kapının yanında boşluk var. Biraz tutunup biraz kaykılarak düşük bankete sırtımı verir kapından kendimi sallandırarak karşıya geçtim. Biraz daha yürüyünce büyükçe bir açıklığa vardım. Bu arada hep navigasyona bakıyorum. Şarjım 63 falan. Büyükçe bir "açma" ya çıktım.

 

Burda karşıma üç ayrı yol çıktı. Biri güneye gidiyor. Bandar Seri Putra, Bukit Makhota gibi mekanlar orda. Biri Kuzeye gidiyor. Doğruca UKM e. Biri de Batıya gidiyor. Bense doğuya gitmek istiyorum. :/ Burdan herhangi birine ulaşmam bir saatten fazla zaman alır. Karanlıkta ormanın içinde kaybolmayacağımı varsayarsak tabi. Şarjım biter, navigasyon kapanır. Game over. Telefonla hanımı yahut polisi, belki de hocamı ararım şarj bitmeden önce. Yerimi haber veririm. Azami 10 saate bulurlar beni yoldan ayrılmazsam.

Hastalık kaza bela olmazsa 10 saat aç susuz dayanılır sorun yok. Ama belki de telefon kapanır. Ben eve gelmeyince hanım sabah erkenden okula gidip hocamı bulur. Beni sorar. KTM den sonra kaybolduğum anlaşılır sorgularlar etraftakileri. Kel adam beni ormana gönderdiğini söyler mi? Bence söylemeyebilir. Eğer ölürsem başına bela olur verdiği salakça tavsiye çünkü. Düpedüz yabancı öğrenciye sabotaj uygulamakla suçlanır. En iyi ihtimalle işsiz kalır. Belki de sabotaj yaptı? O da olabilir. Sonuçta cesedimi de bulsalar temiz bir şekilde bulurlar biiznillah. Sarı saçlı yeşil gözlü adamın minik yüreği çok acır ama. Eve gitmeliyim. Aslında pek de öyle ölünecek bir durum yok manyak hayallerin sırası değil. Hintli bekçiye ağır sövmeye başladım. Bu perişanlıkta benim payım olduğu kadar onun da payı var.

İşin komik yanı şu, hemen yanıbaşımda bizim eve giden bir otoyol var, o da bir üstgeçite çıkıyor, trenin üzerinden geçen bir köprüye yani. Ama nasıl teller döşemişler nasıl uğraşmışlar millet çıkamasın dışarıya diye. Hayret edersiniz. Gerçi burada söz konusu millet maymun milleti sanırım. UKM maymunları enteresan hayvanlar. Toplumdan ne kadar tecrit edilirlerse o kadar iyi.




Dedim bu tellerin illa ki bir yeri vardır delik. Bir süre tel örgüler boyunca batıya doğru takip ettim yolu. Hedefimden uzaklaşıyorum ama olsun en azından bir kurtuluş imkanı sunuyor. Sunmadı. Teller sağlam. Tellerin dibine gelmek için de karanlık ağaçların altına girmek gerekiyor zaten onu da bir kere  yaptım. Böcek olur sinek olur sokar hastalanırsın. Maymun olur üstüne basarsın ciyaklar yardım çağırır aşiretçi oluyormuş bunlar mazallah.

Yapacak çok birşey yok. Koşa koşa geldiğim patikaya seve seve geri döneceğim. Telefonuma bakıyorum. Navigasyonu kapatıyorum. Ve telefonun led lambasını, belki de son anlarımı videoya almak amacıyla açıyorum. Gittiği yere kadar :




---
[0] : Komuter Link
[1] : Kadınlar Koltuğu

6 Kasım 2017 Pazartesi

Otuzuncu Gün : Velesbit

Bugün özel bir gün olacak çünkü uzun zaman sonra bir iş gününde evdeyim. Oldukça tuhaf bir bahaneyle hem de.

Kuzeyli Kadın ayağını ayak başparmağıyla ayağımın iç kısmına vurdu ve kendini sakatladı. Biraz karşık oldu. Şöyle diyeyim. Hani evde dolaşırken serçe parmağınızı komidinin köşesine vurursunuz ya, öyle bir vuruş oldu. Ortalıkta ne aradığım hususunu bu muhabbetin kapsamı dışına alıyor ve ekliyorum. Ayağımın en yumuşak kısmıydı vurduğu.

Sakatlanma demişken; önce sert bir biçimde vurdu parmağını, sonra geri çekilip güldü, sonra çok acıdığını söyledi. Uzun bir süre ağrı ve şişmeye karşı buz, dinlenme gibi yöntemlerle cevap vermeye çalıştık. Fakat elde ettiğimiz sonuç mosmor ve şişmiş bir parmak oldu. Eşe dosta haber saldık ne olur bu işin sonu diyerekten fotoğraflarla.

Kırılmış olabileceğine işaret eden yorumlar ışığında, haftanın ilk günü hastaneye gitmeye karar verdik. Sarı Sıcak Saçlarını Okşamaya Doyamadığım İnsan ı güzelce yıkadık giydirdik. Yumuşacık suratıyla şaşkınca etrafına bakıyordu ki Grab amca da geldi. Hastanede işimiz çok uzun sürmedi ve çok mutlu bir sonuç aldık. Yalnızca bir incinme diyorlardı. Birkaç hafta fazla üstüne basmaması, bilhassa merdivenlerden uzak durması hususunda telkinler verdi hekim bey.

Bu da demek oluyor ki bir süre ailecek severek yaptığımız süpermarket ziyaretlerine ara vereceğiz. Böyle zamanlarda "Ulan şimdi bir bisikletin olacak." diyorum. Delikanlılık çağımızda üç arkadaş, amaçsızca gezinmeyi adet edinmiştik. Gecenin 11 ine kadar soğukta hiçbir amaca hizmet etmeyen yürüyüşler yapar, birbirimize eşek şakaları yapar, hayaller kurar, insani ve siyasi ilişkilere ilişkin kanaatlerimizi bildirir ve sonra üşüyüp eve giderdik. Üşümüşlüğün başladığı, eve gitmeye hazırlanıldığı anların arefesinde, dönüş yolunda bulunan o dik yamaçlardan birinde arkadaşlardan biri döner ve "Şimdi bir araban olcak." derdi. 14-15 yaşındaydık. Bende çok birşey değişmemiş.

Tabi daha iyi bir noktaya taşımaya çalışıyorum şartları herkes gibi ben de. Bunun için bulduğum en tasarruflu, çevreci ve sağlıklı çözüm de bisiklet. Bir bisikletim olursa eğer, kafama her estiğinde markete gidip birşeyler alabilirim hatta KTM e ve oradan da UKM e de bisikletimle gidebilirim. KTM e bisikletle girmek yasak değil. Fazladan 2 ringgit ödeniyor ama o kadar da kötü bir rakam değil bana sorarsanız. En kötü KTM e zincirlerim bisikleti, oradan sonrasını hep tramvay, okul ring otobüsü falanla kapatırım. Bu da bana günlük 2.80 ringgitlik toplam taşıma harcaması demek. Çok çok iyi.

Bisiklet almak için bir ara kolları ciddi ciddi sıvamıştım bu yüzden. İlk denediğim yöntem mudah.my oldu. Onların gittigidiyor.com u. Bir bisiklet bulmak uzun sürmedi. GOMAX marka durumu -fotoğraflardan hareketle- fena olmayan bir bisiklet bulmuş olmak güzel. Türkiye'de de bulunan bir marka. Hakkında bildiğim tek şey bu. Bisikletten de pek anlamam zaten. Bir aralar kral bir bisikletim vardı. Hayattaki üç varlığımdan biriydi. Diğer ikisini bağlamam ve bilgisayarım. O bisikleti de (İsmi Zinafşar idi.) Abdullah Feyzi isimli kral bir arkadaşım sayesinde seçebilmiştim. Bildiğim tüm bisiklet terimlerini (Gidon, maşa, kadro, sele, alyan, disk) Kadıköy'den Erenköy'e gittiğimiz o 35 dakikalık otobüs yolcuğulunda bana verdiği crash course a borçluyum. Sağolsun varolsun. Yine ona sordum. "Abi nasıl alınır ikinci el bisiklet bana birkaç püf nokta söyler misin?" diye. Ama saat farkı vardı, yetişemedik birbirimize.

Ben de gözümü karartıp gittim teslimat adresine. Bu mudah.my biraz da letgo gibi çalışıyor. İlanı defalarca okudum. Tek sıkıntı adamın 630 ringgit mi ne istemesi bisiklet için. Olacak iş değil abi. Kafamda oraya gidip. 100 liraya veriyorsan alırım deyip 250 ye almak var. Baya mantıksız evet ama o bisiklet de 600 ringgit etmiyor be kardeşlerim. Neyse mekana vardım.

Bisikletle bir tur attım. Arka fren tutmuyordu. Onun dışında bir sorun hissetmedim. Hissetmem genelde ben sorun zaten. Bisikletin yanında başka şeyler de veriyor zaten adam. Şöyle bir sıralayalım.


Bir adet çanta.
Bir adet Gopro
Bir adet kask
Bir de pompa




Bisiklet de bu.


Pazarlığa başlarken bir hata yaptım ve 300 ringgit e ver alayım dedim. Adam da 450 dedi tabi. Neyse ben almıyorum o zaman falan deyince GoPro yu dışarda bırakmak suretiyle adamı 350 ye razı ettim. Aldık bisikleti. Vallahi oldu.:) Önümüzdeki 20 gün boyunca araba alamayacağımızdan eminim : Zira oturum müsadesi olmayan kimselere araba edinme hakkı da tanımıyor Malezya hükümeti. günlük 30-40 ringgit de masrafım vardı o zaman git gel hep Grab yaptığım için. Şöyle bir düşününce harbiden çok sağlam kardayım be yine de. Sevindim ulan.


Bu kardeşe de teşekkür ettim. Babasıyla da tanışmış olduk. Adamı beklerken evinin içini de görmüş oldum. Çok sade koltuklar ve bir sehpa. Sehpanın üzerinde iki tane hiçbirşeye bağlı olmadan duran hoparlör ve bir adet Trilyoner masa oyunu. Türkiye'de bizim de vardı arkadaşlarla daha bir sene öncesine kadar oynuyor olduğumuz oyunu görünce, "Ulan evinde trilyoner olan insandan zarar gelmez." dedim. Hadi hayırlısı.

Yukarıda görüyor olduğunuz o çantanın içine navigasyonu eve ayarlayıp açtığım telefonumu yerleştirdim ve baka baka eve gitmeye başladım. James Bond shit. B) Virajları bir alışım var görmeniz lazım. Bisiklet de ses falan çıkarmıyor icabında akarı var kokarı yok. Bir beş dakika daha böyle devam ettik. Sonra birden ayağım 8 çizmeye başladı pedal üzerinde birdi ikiydi derken:


Karayolunun orta yerinde bisiklet pedalı bırakıverdi. O anki hayal kırıklığı, tükenmişlik, Malezyanın öğlen sıcağı, 350 kaymenin kaygan hışırlığı.

Küfür etmedim.
Kızmadım sağa sola bağırmadım.
Sadece kendimi suçlu hissediyordum.
Adama telefon açmadım çünkü kontörüm yoktu mesaj yazdım. (Evet kontör.)





Bakınız dünyada bu kadar hızlı context değiştirmiş bir sohbet yoktur. Allah çok büyük. Adam almaya geldi beni arabasıyla. Arabası Proton Wira 97. Babamın JetFadıl ın hızlı zamanlarında aldığı Proton 5x5 Sedanının aynısı. Evine gidiyoruz adamın bisikleti arkaya yüklemişiz ben önde baygın yatıyorum muhtelen başıma güneş geçti diyorum. Evin önüne çektik, alet çantasını getirdi bana da bir bardak su verdi Allah bin kere razı olsun. Gözüm açıldı biraz.

Baktım bisikleti tamir ediyor orda, köşede. Evinin önünde bir ağaç var hindistan cevizi var büssürü dallarında. Gittim hindistan cevizine vurdum bardakla nasıl bir ses çıkacak diye. Çok mutsuzum çünkü. Neyse öyle böyle derken adam tamir etti. Tamamdır dedi sıkıntı çıkmaz bundan sonra. Diyecektim "Ulan çok biliyordun niye satmadan önce tamir etmiyorsun *%&!" Ama düşündüm adam beni buraya kadar getirdi. İyi biri olsa gerek. Evinde bilyoner de var. Dedim kardeş bak sana bir teklifim var. Ben sana 25 ringit vereyim.

"Ben sana 25 ringit vereyim sen de bisikletini geri al olur mu?" dedim. "Adam da üzülmesin evde anası babası var. Birşey derler zoruna gider." diye düşündüm. O anda gerçekten etkileyici birşey oldu. "Tamam abi benim için sorun yok." dedi adam. Adam beni evinden kovabilirdi. Beni tanıdığını inkar edebilirdi. Yahut bunları yapmayıp verilen mal geri alınmaz diyebilirdi. Ama geri almayı tercih etti. Paramı da son kuruşuna kadar geri verdi. Bir de beni evime bıraktı arabasıyla.

Şimdi içinizde "Yahu bir pedal için güzelim bisikletten vazgeçilir mi naptın sen?" diyenler vardır muhakkak. Onu da diyeyim.

Ne düşündüm biliyor musunuz? Dedim "Ulan bu bisiklet de Allahın bir nimeti fani birşey." Yarın öbür gün bir yerde bozulsa birşey olsa ben "Aldığın ilk gün seni yolda bırakan bisikletten ancak bu kadar olur, o zaman geri verseydin ya!" der kendime eziyet ederim. Ama sağlam bir bisiklet alsan "olacağı varmış, oldu" olur. İç sesim bana eziyet etmeyi sevdiği için bu tarz durumlarda riskli alanlardan uzak durmak pişman olacağım kararları almamak için uğraşmak zorundayım.

Yoksa böyle oluyor.
Sonuç olarak adam beni evime de bıraktı, özel bir şirkette çalışırken sonradan mide rahatsızlığı geçirdiğini, online pazarlama işine girdiğini, artık bu sebeple bisiklete de ihtiyaç duymadığını anlattı. Normalde renovasyon işinde çalışıyormuş. Kıyak bir kardeşimizdi.

Eve vardığımda çok anormal biçimde yorgundum. Ruhsal ve bedensel yorgunluğum had safhadaydı ama eve elim boş gitmemiştim. Şu bardakla vurduğum hindistan cevizi vardı ya, onu dedim neden toplamıyorsunuz dalından kardeş, o daha olgunlaşmamış ama istersen al dedi. Hemen aldım. Sağolsun. Eve de getirdim.


Bana anlattığı şekilde açtım bıçakla. Suratıma fışkırdı suyu. Ben de sallayınca neden su gelmiyor diyorum. Meğer ağzına kadar su doluymuş. 800 ml su çıktı şuncacık şeyden. Sıcacıktı suyu. Soğutsak çok daha güzel olurmuş ona şüphe yok. Bugünden pek bir kaybımız olmadı şükür. Gidelim de bizim Sarı Kavunumuz ile hindistan cevizini ölçüştürelim dedik. Bakalım hangisi daha büyük gelecek diye. Hindistan cevizi kazandı.

Yine eski günlerin hayali ile bugünü anlatamadım. Ahuah. Sağlık olsun.

---

Bütün olaylardan sonra sevgili arkadaşım mesajımı görmüş, bana da size iletmek düşer tavsiyelerini. Aslında çok daha uzun anlatabilirdi bence. Ama o an aklına gelen en kritik noktaları yazmış. Bir de bizim gibi bilgisayarcıların anlayabileceği bir dilde yazmış. Makineciler aralarında başka başka konuşurdu diye düşünüyorum. Ama çok pratik bilgiler sunmuş. Çok teşekkür ediyorum. Saygılar.

İKİNCİ EL BİSİKLET ALMADAN ÖNCE DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR.

kritik bazı noktaları belirlemeye çalışacak olursak aklıma şunlar geliyor:
1 kadrodaki kaynak noktalarına bak. Çatlak, açıklık, herhangi bir kusur falan olmasın
2 Ön maşanın sağlamığından emin ol mutlaka, gıcırtı, anormal bir yaylanma ve amortisör ekseni haricinde ekzantrik falan bi hareketi olmasın
3 teker göbeklerine de yakından bak, teker göbeği ve lastik tarafı jant bağlantı noktalarında esneme yamulma olmasın
4 aynakolda herhangi bir gıcırtı olmadığına emin ol
5 frenleri kontrol ederken tekerin zikzak çizmesi çok önemli değil, jant ayarıyla hallolur fakat fren teline ve fren kollarının yıpranmışlığını kontrol et mutlaka
6 sele borusunu çıkar ve hem erkek hem dişi tarafında mekanik bir sıkıntı olup olmadığını kontrol et, çatlama, yamukluk vs





4 Kasım 2017 Cumartesi

Yirmi Yedinci Gün : "Ben İyim."


Uyandım. Cuma sabahları ayrı bir güzel oluyor. İnsanların en güzel kıyafetlerini giydikleri, koku falan süründükleri Cumalar var. Seviyoruz. Burada Cuma günleri Pakistanlıların giydiği şu parlak renkli cübbemsi uzun gömleklerden giyen kral arkadaşlarımız var. Bu kadar güzellemenin üstüne gittim bej kanvas pantolon üstü gri tshirt giydim. O da babamdan arakladığım, yatarken giydiği tshirtlerden.

Temiz ve sadeyim. Paspallıktan sıyrılmış ama şıklığa bakımlılığa geçmeyi gözü kesmeyen kişi avuntusu gibi geldi kulağa değil mi? Yapmayın öyle demeyin. Sarı Başlı Gövel Ördeği kendi yerime yatırdım. Diş fırçaladım ve hazırım. Kahvaltıyı da Allah ne verdiyse bir şekilde yaparız artık okulda. Telefona baktım saat 7:59. Yasser ile 8.00 de buluşacağız. Dün akşam birbirimize döngüyü kırmak hususunda söz verdik Whatsapp’tan.

Bu defa kapıya kadar geldi Yasser kral. "Çok yağmur yağıyor çünkü." diyor. Bu yağmur sesini dinleyebilmenizi isterdim. Yağışını da görmenizi. Bazen geceleri yağmur yağdığında sokak lambasının çevresine bakakalıyorum görmemiş gibi. Ama resmen “gökyüzünden su atıyorlar” gibi bir görüntü var. Kuzeyli Kadın “Bollywood filmlerinin kalitesiz yağmur efektleri” ne benzetiyor bu yağmuru. Tek farkla, bu gerçek. Saniyeden kısa sürecek bir zaman dilimi içerisinde belirgin şekilde ıslatmaya muktedir bu yağmur.


Yasser e "Bak, gördün mü döngüyü kırdık çok şükür." deyince ağnamadı. Dedim “Yazılım geliştiriciler böyle konuşuyor kusurumuza kalmayasın.” “He” dedi. “Demek sen programlama biliyorsun.” “E tabi abicim. Bilgisayar mühendisiyim ben.” Ordan mevzu işte mikrodenetleyicilere gitti, ne bileyim bilgisayarla görü öğrenen makineler ve DAHA NELEER NELEEEER!. ŞİMDİ UUUZAAKLAAARDASIN. Durdum.
Çünkü KTM e geldik bile. Sanırım KTM için buranın tramvayı diyebiliriz. Girişte ve çıkışta kart basılıyor. Ama yalnız çıkarken para kesiyor makine. Çıkarken de zorunlu yani kart basmak. Geçen yine tramvaya biniyorum böyle, tam sandalyeye oturdum ve günlük “Bangi KTM ahvali” videomu çekicem, bir de baktım arkadan bir çeşit çığlık geldi. Kısa bir inilti de denebilir. Arkamı döndüğümde yerde, inceden kıvranan böyle zayıf, yaşlıca bir kadıncağız gördüm.

Yanında bir iki kişi vardı, baktım kadının kaşından kan akıyor. Yanındakilere “Poşetim düştü, poşetimi alabilir misiniz? Lütfen biri poşetimi alsın.” Mealinde serzenişlerde bulunuyor. Olaya hemen müdahale ettim baba. “Sen kim oluyorsun abi sorması ayıp?” demediler. Poşeti aldı biri, ötekine peçete getirin dedim. Kadını kaşına mendili bastırmaya teşvik ettik. Ben de ruhsal destek elemanı olarak görev aldım acizane. Birazdan sana pansuman yapacağız, elini yüzünü temizleyeceğiz. Eskisi kadar iyi olacaksın hiiç merak etme. Şimdi sakin sakin otur tamam mı? Ayağa kalkabilir misin? Sakın kendini yorma, seni şu sandalyeye alacağız.” Gibi sözleri hemşire ses tonuyla ard arda sıraladım kadına. Umarım çok efemine durmamıştır. İki ablam var benim sadece. Onlarla büyüdüm ve hiç kırmızı yahut pembeye çalabilecek bir oyuncağa dokunmadım bile. Öyle bir maskulenlik takıntısı var. Buradan Freud abimize selam ediyor, konuya dönüyorum. Enteresandır, kadın sürekli birilerinin ellerini temizlemesi için ricacı oluyordu. Bir de sık sık patronunu araması gerektiğini söylüyordu. Hani Arapların sarışınları oluyor ya, onlardandı sanırım.

Patronunu aradı. Ben o arada bir ıslak mendil getirttim. Bir yandan ellerini siliyorum kadının, bir yandan emirler yağdırıyorum. Artık baya kanıksadım rolümü. Bir nevi acil servis yönetiyorum. “Hastaneye gitmesi lazım taksi çağırın!” taksi geliyor. Kadın “Yok diyor. Benim patronum var o gelir alır.” Gerilmeye başladım. Neyse ki kaşın kanaması durdu. Bu yaşta kadın, fabrika köşelerinde ne işi var bu kadının ki? "Fabrikanın hemen yanındayım Mr. Zhou!" diyor telefonda. "Mr. Zhou! Lütfen bana yardım edin. Hastaneye gitmem lazım. Çok kötü durumdayım kaza geçirdim." diyor. Hastaneye gitmek istemeyip patronunu araması benim zihnimle tek bir şekilde tevil edilebilir. Sanırım keyif kaçıran konulardan uzak durmalıyım. Darlandım.

“Burda bir ilkyardım çantası yok mu birader?” diye soruyorum. Artık üslup ve tonaj böyle. Bir koşu alıp geliyor adam. Ben bile şaşırıyorum. Neyse kadıncağızın yarasını iyice temizleyip gazlı bez koyup, alnının bir kısmıyla kaşlarını kapsayan bölgeyi bandajla son derece sakin bir şekilde sardım. Görevliye çaktırmadan, turnikeleri pas geçerek geri girdim perona. “Bence beni doctor sandılar. Ahuah!” diye mesaj yazdım Kuzeyli Kadın’a. Evimin kahramanı oldum. Tabi o başka bir gündü ve geride kaldı. Bugünse videomu çektim, KTM e bindim ve sonra “Sila awasi lanka anda.” [1] uyarıları eşliğinde KTM UKM istasyonunda indim.



Ziraat Öğrenim kredisi borcumu zamanında ödemediğim için Türkiye’deki bütün paramıza devlet el koydu. Haklı. Allah bir kapıyı kapatır ötekini açar. “Ben her sabah şu laboratuvara gelebileyim, başımızı sokacak yuvamız kursağımıza girecek ekmeğimiz olsun, bir de şikayet mi edeyim?” dedim sonunda kendime. Tabi böyle güzel teslimiyet cümleleri kurana kadar neler neler söyledim Allah biliyor. Bir ara kendimi kaybedip yolcuyu yolun ortasında indiren İstanbul minibüsçülerinin ahfadına ve dahi akraba-i taallukatına kadar götürdüm olayı, buradan alayına açık mektup, haklarını helal etsinler. Yolun ortasında çoluk çocuk indirilmeye ses çıkarmayan ve kendine adam diyen yolcunun da tabi. Tamam beş dakikalık gerilim senseyşınımız burada bitiversin. “Ben iyim.”
Mostar’da bir İmam Jusuf var. Kral bir abimiz. Uzun boylu geniş omuzlu filinta gibi bir abimiz. Genç de bir adam. Böyle imam mı olur dersin görsen janti adam. Giyinmeyi, adabı iyi bilirdi, mesela ben bilmem. Efsane adamdı. Türkçesi çok kıttı ama adamda gönül vardı be abi. Her namazdan sonra teker teker cemaati gezmesini de unutamıyorum. En son benim yanıma geliyordu ama benden önce, sandalyede namaz kılan yaşlı bir adamın yanına giderdi. Adam da Imam Jusuf gibi janti ama onun da ötesi. Takım elbiseli, daima sinekkaydı traşlı. Hareketleri çok ağırdı. Demans mı desem Alzheimer mı, aradaki farkı da bilmiyorum gerçi. Onun yanına gidip. “Haj.” Derdi ve ellerini kavrardı. Derinden, vurgulu ama sakin bir telaffuzla söylerdi. “Haj.”
Bu abimiz en son benim yanıma gelirdi. “Bedir. Maşallah. Nasılsın?” derdi. Fiks ama. Daima bu kelimeler. Ben de “İyiyim abi. Sen nasılsın? Allah Kabul etsin.” deyince, Iki kelimeyle cevap verirdi:

“Ben İyim.”

---

[1] Lütfen  adımlarınıza dikkat edin.

3 Kasım 2017 Cuma

Yirmi Altıncı Gün : Serapan Saya Seri Kaya

 [1]

Ağır uykumdan güçlükle uyandım. Saat 7. Gözlerimi açmak için desteğe ihtiyacım var. Artık her sabah duş alıyor ve dişlerimi fırçalıyorum. KTM denen trene biniyorum ve laboratuvara gidiyorum. Durun tamam hepsini anlatacağım. Şu dişleri bir fırçalayayım.

Düzen güzel şey. Ama eşşeği at yapmıyor afedersiniz. Eğer sabah kalkmakta zorlanıyorsanız, aynı zorluğu her sabah yaşıyorsunuz. Düzenin güzelliği "Oh ulan kaç sabahtır tam zamanında uyanıyorum." diyebilmekte sanırım. "Ne var yani? Saati kurarsın, kalkarsın nolucak?" demeyin. Saati kurarsak Saruhan uyanır ve annesini öğlene kadar uyutmaz çok hassas dengeler var bildiğiniz gibi değil.

Hemen giyiniyorum ve mutfağa gidiyorum. Kuzeyli Kadın bana "Kahvaltı yapmak ister misin?" diye sordu 1/10 ağızla ve ultra kısık bir sesle. Öyle perişan öyle acınası bir şekilde sordu ki ama. Böyle duymamam için yalvarıyordu yüce Allahu Teala'ya. Kıyılır mı ulan bizde de vicdan var insanlık var bir nebze de olsa. Sade bir "Yok." dedim kısık sesle bende. Bu yaşananları hatırlamayacak muhtemelen. Buzdolabını açtım ve dün bitirmeyi başaramadığım, üzerinde Seri Kaya yazan konserveyi çıkarıverdim.

Enteresan bir yiyecek bu dostlar. Hindistan cevizi ezmesi diye geçiyor ama içinde Şeker, Tuz, Yumurta ne ararsan var. Olsun, bir diyeceğimiz yok damak zevkidir karışamayız. Ama yumurtanın varlığı insanda bir şüphe uyandırıyor. Şimdi biz bunu açtıktan kaç gün sonra tüketmeliyiz dedirtiyor. Görüntüsü şöyle çünkü :


[2]

Yani reçelle helva arası birşey. Su var içinde bir miktar. Neyse sonuçta affetmedim ve ekmeğin tuh yeriynen yapıştırıverdim kalanını. Hızlı olmalıyım. Zira saat 8 de Yasser beni güvenlik kapısından alacak.

Yasser kim? Onu özet geçelim hemen. Geçenlerde biz yine bebek arabasına oğlanı ve alışveriş malzemelerini yüklemişiz. Ne bileyim, torbaları arabanın tutacaklarına, suyu bir elimize, bebek mamasını arabanın alt kısmına... Tıngır mıngır gidiyoruz yolda yürürken de laflıyoruz. Yükümüz pek hafif değil ama halimizden memnunuz. Oğlan ağlamasın da, gerisi mühim değil Elhamdülillah. Of Allahım çok şükür. Dur sakın ağlama. Heh tamam çıktım tripten.

Tam o sırada baktım arabanın biri durdu geri geri gelmeye başladı. Baktım içinde iki adet insan var. Genç bir çift bunlar sanırım. Biri penceresini indirdi. "Hey! Bizimle gelmek ister misiniz?" dedi. Normal edepli insanlar gibi "Kem küm" edecekti Kuzeyli Kadın tam, bir de baktı ki ben malları yüklüyorum bagaja Ahuah. Affeder miyim. Selamaleyküm aleykümselam. Bunlar da bizim gibi yeni evli bir çiftmiş. Daha da yeni. Çok sempatik iki Malay bunlar. "Sizi yolda yürürken gördük öylece" diyorlar. Yol da nereden baksan bir buçuk kilometre daha vardı sanırım. Konuşurken konuşurken adam birden "Ben seni sabahları KTM e bırakırım istersen." deyiverdi.

"Ben zahmet...", "Yok o kadar...", "Ben size çok ..." gibi kelimeler kullanmak yerine "Harbici mi?" anlamına gelen bir cümle kurmayı tercih ettim. Dört gündür bu böyle sürüyor. Evden çıktım. Hava çok güzel. Her zamanki gibi. Gerçi Malayların bir kısmı bu havadan pek hoşlanmıyor. Bazen bana merakla : "Türkiye'de dört mevsim yaşanıyor değil mi?" diye soruyorlar. "Evet" diyorum ve artırıyorum : "Bazen aynı şehirde aynı günde dört mevsim yaşandığı bile oluyor." Acımadan vuruyorum. Memleketinden şikayet edeni fena cezalandırırım. Herkes minnettar olmak zorunda. Ekim yahut Nisan ayında İstanbul'a gelsinler de bitsin bu kardeşlerin mevsim hasreti.

Tabi bizim oralarda "Yeryüzünde cennet" olarak anılan Malezya nın sakinleri, bu görüşümüzü kendileriyle paylaştığımda şaşırıyorlar. Katılmasalarda seviniyorlar içten içe keratalar. Biliyorum. Ne diyorduk evet sağolsun Yasser ve eşi Shahira, beni her sabah alıp Bangi KTM istasyonuna götürmek istediklerinde bir an olsun tereddüt etmedim. Fakat şöyle bir durum oldu : İlk gün bu kardeşimiz uyuyakaldı. İkinci gün ben uyuyakaldım. Üçüncü gün o uyuyakaldı. Şaka yapmıyorum abartı falan da yok.

Sadece ilk gün ben eve dönerken KTM den almıştı beni. O çok iyi oldu. Çünkü akşam vakti çok sinek oluyor. Grab yapmak istesen o vakte kadar genelde telefonun şarjı bitmiş oluyor. Sağolsun çok makbule geçmişti. Neyse uzun lafın kısası garibim bugün de uyuyakalmış. Bana da grab çağırmak düşüyor.

Part 2

İşe gittim. Söylenecek çok şey yok aslında. Neden söylenecek şeyler değil? Birincisi mühendislik aktiviteleri olduğu için. Mühendislik aktiviteleri ancak sonuçları alındığında ve hatta bu sonuçlar doğrudan kavranabilir (ses/görüntü) olduğunda dikkate değer olurlar. Sizlerin dikkatinize değer yani sevgili kardeşlerim.

Öğle yemeğinde Nasi Lemak Ayam yedim özlemişim. Ne zamandır Oatmeal denen hayvan yemiyle besleniyorum. Ben ona (G)Oatmeal diyorum. Merak ettiğinizi tahmin ederek hemen görsel sunuyorum :
[3]

Hiçliğin tadını merak ediyorsanız mutlaka denemelisiniz. Benden söylemesi. Muataz kardeşime sonsuz teşekkürler. Zira bu 1 kiloluk Oatmeal da bana sonsuza kadar yeteceğe benziyor. Bedava ve sağlıklı olmasından hiç bahsetmiyorum bile. Okuldan çıkışta Türkiye'den burada gelirken Mısırlı Turizm Şirketi sahibi dostum Mahmud'dan aldığım RapidKL kartını kullanma fırsatı yakaladım. Harika oldu. Kartın içinde 13 Ringgit olduğunu fark ettiğim an yaşadıklarımı ancak yürürken ayağına fındık takılan bir sincap anlayabilir.

Eve geri dönüşüm tamamiyle yağmurla kaplı bir sekans oldu. Yağmuru gerçekten seviyormuşum ben. Telefonumun şarjı bitince grab çağıramadım. Taksiye kaldım. Çok yazmasın diye güvenlik kapısında indim. 2 Ringgit falan tasarruf etmişimdir bence.

Burda taksinin 200 metresi 25 sent. 36 saniyede bir yine bir 25 sent atıyor. Eve sağ salim vardığımda ne kadar yorucu bir günü geride bırakmış olduğumu fark ettim. Allaha çok şükür. Sarılınası sarı adama sarılmak için sabırsızlanıyorum.

Yemek yedik sonra sarı adamı uyandırdık. Altına yapmıştı değiştirdik. Oyun oynamaya başladık. Burnumun içine parmağını sokup yardı orayı. Birkaç dakika kanadı. Yıkadım onu dinlendik biraz. Sonra dışarı çıktık. Çok güzel bir parkı var kaldığımız yerin. Ama akşam olduğu için bizden başka kimse yoktu. Şu teyze jimnastiği aletlerinin aynılarından burada da olması memleket hasretini bir miktar giderdi.

Eve geldik. Uyumak ne güzel şey çok şükür.

---
[0] : Kahvaltım Seri Kaya
[1] : http://jinjanglee.com/image/cache/catalog/NAZRI%20SERI%20KAYA%20-%20480%20G-500x500.jpg
[2] : http://www.azhan.co/resepi-sekaya-atau-seri-kaya/
[3] : https://savemore.money/wp-content/uploads/product/Captain-Oats-Quick-Cook-Oatmeal-1kg.jpg

107 inci gun : Malezya

Malezyaya yolunuz düşerse günün birinde, karşınıza çıkan ilk kedinin üzerine yürüyün. O da sizin üzerinize yürüyecektir. Geri çekilirseniz ü...