4 Kasım 2017 Cumartesi

Yirmi Yedinci Gün : "Ben İyim."


Uyandım. Cuma sabahları ayrı bir güzel oluyor. İnsanların en güzel kıyafetlerini giydikleri, koku falan süründükleri Cumalar var. Seviyoruz. Burada Cuma günleri Pakistanlıların giydiği şu parlak renkli cübbemsi uzun gömleklerden giyen kral arkadaşlarımız var. Bu kadar güzellemenin üstüne gittim bej kanvas pantolon üstü gri tshirt giydim. O da babamdan arakladığım, yatarken giydiği tshirtlerden.

Temiz ve sadeyim. Paspallıktan sıyrılmış ama şıklığa bakımlılığa geçmeyi gözü kesmeyen kişi avuntusu gibi geldi kulağa değil mi? Yapmayın öyle demeyin. Sarı Başlı Gövel Ördeği kendi yerime yatırdım. Diş fırçaladım ve hazırım. Kahvaltıyı da Allah ne verdiyse bir şekilde yaparız artık okulda. Telefona baktım saat 7:59. Yasser ile 8.00 de buluşacağız. Dün akşam birbirimize döngüyü kırmak hususunda söz verdik Whatsapp’tan.

Bu defa kapıya kadar geldi Yasser kral. "Çok yağmur yağıyor çünkü." diyor. Bu yağmur sesini dinleyebilmenizi isterdim. Yağışını da görmenizi. Bazen geceleri yağmur yağdığında sokak lambasının çevresine bakakalıyorum görmemiş gibi. Ama resmen “gökyüzünden su atıyorlar” gibi bir görüntü var. Kuzeyli Kadın “Bollywood filmlerinin kalitesiz yağmur efektleri” ne benzetiyor bu yağmuru. Tek farkla, bu gerçek. Saniyeden kısa sürecek bir zaman dilimi içerisinde belirgin şekilde ıslatmaya muktedir bu yağmur.


Yasser e "Bak, gördün mü döngüyü kırdık çok şükür." deyince ağnamadı. Dedim “Yazılım geliştiriciler böyle konuşuyor kusurumuza kalmayasın.” “He” dedi. “Demek sen programlama biliyorsun.” “E tabi abicim. Bilgisayar mühendisiyim ben.” Ordan mevzu işte mikrodenetleyicilere gitti, ne bileyim bilgisayarla görü öğrenen makineler ve DAHA NELEER NELEEEER!. ŞİMDİ UUUZAAKLAAARDASIN. Durdum.
Çünkü KTM e geldik bile. Sanırım KTM için buranın tramvayı diyebiliriz. Girişte ve çıkışta kart basılıyor. Ama yalnız çıkarken para kesiyor makine. Çıkarken de zorunlu yani kart basmak. Geçen yine tramvaya biniyorum böyle, tam sandalyeye oturdum ve günlük “Bangi KTM ahvali” videomu çekicem, bir de baktım arkadan bir çeşit çığlık geldi. Kısa bir inilti de denebilir. Arkamı döndüğümde yerde, inceden kıvranan böyle zayıf, yaşlıca bir kadıncağız gördüm.

Yanında bir iki kişi vardı, baktım kadının kaşından kan akıyor. Yanındakilere “Poşetim düştü, poşetimi alabilir misiniz? Lütfen biri poşetimi alsın.” Mealinde serzenişlerde bulunuyor. Olaya hemen müdahale ettim baba. “Sen kim oluyorsun abi sorması ayıp?” demediler. Poşeti aldı biri, ötekine peçete getirin dedim. Kadını kaşına mendili bastırmaya teşvik ettik. Ben de ruhsal destek elemanı olarak görev aldım acizane. Birazdan sana pansuman yapacağız, elini yüzünü temizleyeceğiz. Eskisi kadar iyi olacaksın hiiç merak etme. Şimdi sakin sakin otur tamam mı? Ayağa kalkabilir misin? Sakın kendini yorma, seni şu sandalyeye alacağız.” Gibi sözleri hemşire ses tonuyla ard arda sıraladım kadına. Umarım çok efemine durmamıştır. İki ablam var benim sadece. Onlarla büyüdüm ve hiç kırmızı yahut pembeye çalabilecek bir oyuncağa dokunmadım bile. Öyle bir maskulenlik takıntısı var. Buradan Freud abimize selam ediyor, konuya dönüyorum. Enteresandır, kadın sürekli birilerinin ellerini temizlemesi için ricacı oluyordu. Bir de sık sık patronunu araması gerektiğini söylüyordu. Hani Arapların sarışınları oluyor ya, onlardandı sanırım.

Patronunu aradı. Ben o arada bir ıslak mendil getirttim. Bir yandan ellerini siliyorum kadının, bir yandan emirler yağdırıyorum. Artık baya kanıksadım rolümü. Bir nevi acil servis yönetiyorum. “Hastaneye gitmesi lazım taksi çağırın!” taksi geliyor. Kadın “Yok diyor. Benim patronum var o gelir alır.” Gerilmeye başladım. Neyse ki kaşın kanaması durdu. Bu yaşta kadın, fabrika köşelerinde ne işi var bu kadının ki? "Fabrikanın hemen yanındayım Mr. Zhou!" diyor telefonda. "Mr. Zhou! Lütfen bana yardım edin. Hastaneye gitmem lazım. Çok kötü durumdayım kaza geçirdim." diyor. Hastaneye gitmek istemeyip patronunu araması benim zihnimle tek bir şekilde tevil edilebilir. Sanırım keyif kaçıran konulardan uzak durmalıyım. Darlandım.

“Burda bir ilkyardım çantası yok mu birader?” diye soruyorum. Artık üslup ve tonaj böyle. Bir koşu alıp geliyor adam. Ben bile şaşırıyorum. Neyse kadıncağızın yarasını iyice temizleyip gazlı bez koyup, alnının bir kısmıyla kaşlarını kapsayan bölgeyi bandajla son derece sakin bir şekilde sardım. Görevliye çaktırmadan, turnikeleri pas geçerek geri girdim perona. “Bence beni doctor sandılar. Ahuah!” diye mesaj yazdım Kuzeyli Kadın’a. Evimin kahramanı oldum. Tabi o başka bir gündü ve geride kaldı. Bugünse videomu çektim, KTM e bindim ve sonra “Sila awasi lanka anda.” [1] uyarıları eşliğinde KTM UKM istasyonunda indim.



Ziraat Öğrenim kredisi borcumu zamanında ödemediğim için Türkiye’deki bütün paramıza devlet el koydu. Haklı. Allah bir kapıyı kapatır ötekini açar. “Ben her sabah şu laboratuvara gelebileyim, başımızı sokacak yuvamız kursağımıza girecek ekmeğimiz olsun, bir de şikayet mi edeyim?” dedim sonunda kendime. Tabi böyle güzel teslimiyet cümleleri kurana kadar neler neler söyledim Allah biliyor. Bir ara kendimi kaybedip yolcuyu yolun ortasında indiren İstanbul minibüsçülerinin ahfadına ve dahi akraba-i taallukatına kadar götürdüm olayı, buradan alayına açık mektup, haklarını helal etsinler. Yolun ortasında çoluk çocuk indirilmeye ses çıkarmayan ve kendine adam diyen yolcunun da tabi. Tamam beş dakikalık gerilim senseyşınımız burada bitiversin. “Ben iyim.”
Mostar’da bir İmam Jusuf var. Kral bir abimiz. Uzun boylu geniş omuzlu filinta gibi bir abimiz. Genç de bir adam. Böyle imam mı olur dersin görsen janti adam. Giyinmeyi, adabı iyi bilirdi, mesela ben bilmem. Efsane adamdı. Türkçesi çok kıttı ama adamda gönül vardı be abi. Her namazdan sonra teker teker cemaati gezmesini de unutamıyorum. En son benim yanıma geliyordu ama benden önce, sandalyede namaz kılan yaşlı bir adamın yanına giderdi. Adam da Imam Jusuf gibi janti ama onun da ötesi. Takım elbiseli, daima sinekkaydı traşlı. Hareketleri çok ağırdı. Demans mı desem Alzheimer mı, aradaki farkı da bilmiyorum gerçi. Onun yanına gidip. “Haj.” Derdi ve ellerini kavrardı. Derinden, vurgulu ama sakin bir telaffuzla söylerdi. “Haj.”
Bu abimiz en son benim yanıma gelirdi. “Bedir. Maşallah. Nasılsın?” derdi. Fiks ama. Daima bu kelimeler. Ben de “İyiyim abi. Sen nasılsın? Allah Kabul etsin.” deyince, Iki kelimeyle cevap verirdi:

“Ben İyim.”

---

[1] Lütfen  adımlarınıza dikkat edin.

2 yorum:

  1. Bedir, maşallah nasılsın?

    Ben iyim. ;)

    Sonunda kopyacı da oldum:)
    Özledik seni ama sayende kendimizi Dünya turuna çıkmış hissediyorum:) Malezya'daki gözümüz oldun:) Allah yolunu bahtını açık etsin:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Maşallah demeni özlemişim be hocam :) İyi olmana sevindim. Allah razı olsun ben de İyim. :)

      Rüyamda bizim oraların dağlarını gördüm. Anlatırım inşallah. :)

      Sil

107 inci gun : Malezya

Malezyaya yolunuz düşerse günün birinde, karşınıza çıkan ilk kedinin üzerine yürüyün. O da sizin üzerinize yürüyecektir. Geri çekilirseniz ü...