21 Aralık 2017 Perşembe

107 inci gun : Malezya

Malezyaya yolunuz düşerse günün birinde, karşınıza çıkan ilk kedinin üzerine yürüyün. O da sizin üzerinize yürüyecektir. Geri çekilirseniz üzerinize koşabilir bile.

























Geldikten kısa bir süre sonra fark edeceksiniz ki, Malezya nin hayvanları bizimkilerden en az beş altı kat daha akıllı, cüretkâr ve tecrübelidir.

Bunun sebebi üzerine biraz kafa yordum. Cevabım her zamanki gibi hava durumuyla alakalı. Burdaki canlılar bir gün olsun tatil yapmıyorlar. Günü geçtim, geceleri bile 26 derece burada. Isteyen hayatını yaşar yani. Yaz kış gece gündüz derken burada vahşi yaşam, sınırlarına dokunamayacaginiz, içine girmeye cüret edemeyeceğiniz bir hal alıyor. En azından şimdiye kadar ormanda şöyle bir gezinti yapalım da bir nefes alalım diyen kimse görmedim. Sanki çıt var ormanın çevresinde var ya görseniz şaşarsınız.

Maymunları izleyin. Yemeğinizi çalmak için onu bir köşeye bırakmanızı bekliyor olacaktır. Yahut karşıdan karşıya mahallenin kabadayısı edasıyla geciyordur. Belki bir elektrik kablosu üzerine sallana sallana yuruyordur. İnsanların adina evrim diyerek övünüp durdukları şeyle dalga geçercesine.



 Bir ejderi takip edin sonra misal. Ben ejder diyorum da semender diyenlere de saygım var. Malaylar Biawak diyor. Nasıl da gergin bir derisi, nasıl temkinli ve hesaplanmış adımları ve nasıl da enteresan bir dili var iyice bakın fırsatını bulursanız.



Sonra bu heyecanı paylaşmak için umutla etrafınıza bakinin. İnsanların sizi 'Ne yapıyor lan bu değişik' diyen gözlerle izlediğini fark edeceksiniz. Fakat ne gam! Sizin için akıl almaz derecede enteresan olan şeylerin onların hayatının sıradan birer parçası olduğunu bilirsiniz siz. Yağmur ormanlarının, tropik meyvelerin ve egzotik hayvanların onların gözünde alışılmış şeyler oluşu ilminizde muamma değildir.

Part 2

Kuzeyli Kadın ev taşıma hazırlıkları yapmaya başladı. Bu arada ateşli gecelerin ardından Sarımtrak Gunesimizin bir küçük dışı var artık! Annesi, parmağını ısırdığı bir sırada jilet gibi bir şey hissettiğini söyledi geçen gün, kontrol edeyim dedim ben de. Acıtıyor var ya şaşarsınız. Saçları da iyice uzadı. Son üç günde üç kez malay genç kızlarının ve kadınlarının saldırısına uğradı. Onlarca dakika süren gülüşme, mıncıklama ve öpüp koklama nöbetlerinin ardından ellerinden güçlükle kurtarabildik oğlumuzu. Allah yardımcısı olsun imtihanı çetin olacağa benziyor.

Evimizi Bangi Avenue adlı zenginler diyarından Bandar Baru Bangi'ye taşıyoruz. Bandar Baru Banyyi diye okunuyor. Gunneyi bilenler beni anlayacaktır. Yeni Bangi Şehri demek oluyor. Neden taşınıyoruz ki?

Hiirisvay.
 
Türkiye'deyken bir iş teklifi almıştım. Malezya'ya gelince bizim okuldan bir hocanın şirketinin bir bayisini buraya açacaktım. Plan buydu. İşin ne olduğunu pek anlamamıştım. Maaş olarak iyi bir rakam istedim ama iş tanımı pek sağlam ve belirgin değildi. Hocanın bazı sözleri da baya şüpheliydi.

 Geliştirici mi olacağım yönetici mi satıcı mi belli değildi. Bir çinliyle yahut malayla ortaklık yapıp bir şirket kurmam gerekiyordu. Ama aynı zamanda ilk dört ay bir yazılım gelistirecektim. Fakat bir takım kurup insanları ise alıp onları da calistiracaktim. Ve bütün bu insanların Javascript Developer olması gerekiyordu. O ne demekse.

 Örneğin İsviçrede bir üniversite kurdum diyordu ama üniversite ortada yoktu. Ya da misal ben bir benzeri olmayan proje yaptım : göz kapaklarının hareketlerinden ve konumundan insanın uyku düzeyini anlayıp sürücüyü uyaran ve müdahale eden bir sistem falan diyordu halbuki söylediği şey 15 sene öncesinin teknolojisiydi. Üniversitede dersten nasıl kaçtığını, sonra hocaya yalan söylerek herkesin ortaklaşa aştığı derse nasıl geri dönmeye çalıştığını ve kovulduğunu anlatıyordu çalışanlarına. Deli diyordu kendi hocası arkasından vesaire. Ama yine de para güzel geldi. Kabul ettim.

 2 ay sonra ne ben ona iş yapabiliyordum, ne de onun bana maaş gonderesi vardı. İş yapamıyordum çünkü sürekli adamı eleştirmekten saygımı yitirmistim. Hoş arkasından konuşmak değildi yaptığım. Kuzeyli kadın öyle pek gıybet dinlemez zaten sağolsun. Kafamın içerisinde eleştiriyordum sürekli. Saygı duymadigin kişi için de calisamiyorsun. Telefonda bile olsa efendim diyemiyorsun.

 Bir süre sonra bu adamın beni kullandığını/kullanacağını, benim de oyunu onun kurallarına göre oynamam gerektiğini düşünmeye başladım. Ben de onu aldatmaliydim? Hak ediyordu bunu. Hem paraya ihtiyacımız da vardı. Insan cok hizli savruluyor be ya.

Iyi de, yapmadığım bir işten, kıymetine inanmadığım bir ürünün satışından, saygı duymadığım birine verdiğim hizmetten kazandığım parayla mi buyutecektim oğlumu Sarı Mangonun Müdavimi Küçük Ağızlı Pencuri ve Limau Kasturi böyle mi doyacakti?

Darlanmaya başlamıştım. Uzun süre yazı da yazamadım siz de biliyorsunuz. Üniversitedeki işler ve diğer şeyler. Bu arada bizim patron da kulak zarı patlamasına düçar olmuş. Iltihap yapmış. Onu almışlar ameliyatla. Öyle de 15 20 gün geçti zaten. Sonra aradım artık maaşı istediğimi söyledim. Iki gün sonra yatırdı. Eksik yatırdı tamamını istedim. Tam yatırdım dedi. Kur değişti dedim.


Türk parası hızla değer kaybettiğinden adamın planları tepe taklak olmuştu. 4 verip 5 almak gibi bir planı vardı. Oysa şimdi bizim paramızla Malay parası denk olmuştu. Olsun ben paramı yine de istedim. Hak ettiğimi tam hissedemiyordum ama o da hak etmiyordu. Beni aldatacakti. Aldatirdi aldatıyordu. Komik hatalar yapıyordu konuşurken inanmadığı şeyler söylüyordu.

 Eve gidip Kuzeyli Kadına bu işten istifa etmek istediğimi söyledim. Başka bir finansal dayanağımız yoktu. Tek gelirimiz bu işti. Tek sermayemiz de Kuzeyli Kadın in bileziklerinden ve geçmiş birikimlerinden oluşuyordu hepsini ailemize serdetmisti. "Haram para yemeye başlamaktan korkuyorum" dedim. Bu adamın söylediği işleri yapamadım. Bir şekilde altından kalkarım. Yaparım çözerim 3 ay süre verdi ordan burdan hallederim, beğenir kabul de eder bir şekilde ikna ederim ama Ich fuehle mich nicht wohl weisst du?*"Sen bilirsin." dedi.

 Ağır yüktür. Kemik catirdatir. Bir gün sonra adam bütün projenin altyapısıyla, dokumantasyonuyla beraber kendi private bulutuna aktarılmasını istedi. Yaptım. 3 4 saat sonra mesaj yazdı "Bu kadar mi?" diye. Evet dedim. Söylediğim çoğu şeyi yapmamıştım. Nasılsa iki ayim daha vardı projeyi bitirmek için ve kendimi de kanitlamistim. Eksik olduğunu biliyorum, siz bana maaş göndermeyince ben de çalışmayı bırakmıştım. Ama şimdi maaşı gonderdiginize göre ben bunu hak etmek için canla başla çalışacağım dedim.

 Yok dedi bundan sonra seninle çalışmayalım. Tamam hocam siz bilirsiniz dedim. Ben size yine de eksik kısmı göndereyim. Yok dedi gönderme. Bizim projeye ihtiyacımız yoktu biz senin gelişimini görmek istedik. Dedi. Birden böyle üçüncü çoğul şahısla bahsetmeye başladı kendinden whatsappta. İş yapacak adam lazım bize çünkü dedi. Dokundu o laf. Çünkü beni madem işten çıkardın, bir de niye aşağılamaya çalışıyorsun değil mi ama?

 Ben de Bundan bir kişinin iş yapıp yapmayacağını gözlemlemek istediğinizde maaşını 20 gün sonra yatirmamaya özen gösterirsiniz hocam dedim. Yani "Ben kötü bir çalışan olabilirim. Ama sen de adam değilsin." demiş oluyordum bir nevi.

Sonrası enteresan. Hakkımızı helal etmek konusunda olumlu düşünürken fikrimizin değişmesine sebep oldu. Hakkımız helal değil sana falan yazdı. Bak hala üçüncü tekil şahıs. Hey Allahım. Ama adamin ici o hakk hukukla soguyacak bir ic degildi sanirim.

Nihayetinde patron çıldırdı. Iki kere aramış duymamisim. Yaptığın espri hiç hoş değil yazmış. Espri değil gerceklerdi bunlar dedim. Aradım bağıriyor cagiriyor. Telefonu ters tutup ben de surekli bogus konusmaya basladim. "Naa Nani Naa Naa" der gibi ama daha mantikli cumleler.

"Kendime not." Diye baslayarak ses kayit cihazini calistirirlar ya filmlerde, iste oyle tutuyorum telefonu. "Sakin ol, hepsi gececek, neden bagiriyorsun ki? Beyefendi, bagirirsaniz anlasamayiz" tarzi gicik seyler soyledim galiba :d

Baya bir avazı çıktığı kadar bağırıyordu çünkü. Artik hoca ogrenci iliskisi de kalmamisti haliyle. 10000 km öteden kim kime bağırır ki bu neyin öfkesi böyle birader. Ağır konuştum sanırım biraz.

Yine de altta kalmak istemedim. Dedim Ne kıymetli paran varmış. Al paranı tepe tepe kullan. Hesabın bende var gönderdiğin maaşı da kurusu kuruşuna yolluyorum.Yolluyorum, cunku sen bana bagirarak, "Daha zengin oldugum icin ustunluk bende, ustunluk paradadir." demis oluyorsun. Ben bunu kabul etmiyorum.  Isten ciktigim halde ustelik. Hos calisanin olsam yine bagiramazsin ama iste calisandan calisana degisir.

GÖNDER GÖNDER! diye bagırıyordu. Orası biraz komik oldu. Gondericem ulan senin haram ettigin parayi napayim. O turden paralari ait oldugu yerde gormek isteriz.

Sonuç şöyle oldu: Ben bu adamın parasını geri gönderdim. Verdiği 1400 liraya Türkiye Cumhuriyeti Devleti ziraat kredisi borcuma mahsuben elektronik hacizle el koydu. Ve o şüpheli para evimizden hızla uzaklaştı. Hem de bize tek bir kuruş harcamak nasip olmadan. Elhamdulillahirabbilalemin.

Eve gittim. Kuzeyli Kadına olanları anlattım. "Sağlık olsun." dedi. "Zaten ayrılmak istiyordun." dedi. Sarı Sarı Parlayan Ipek Gövdeli Adam gülümsedi. "Aiihhgiuuu" dedi yanlış hatırlamıyorsam. (Burasını uyduruyor olabilirim. Ama yakıştı hikayeye.) Guluyordu gulmesine ya, benim de, Kuzeyli Kadinin da icine dert olan bir mevzu vardi. Bu yuzun hep gulmesi icin bizim bir sekilde kaynak uretmemiz gerekiyordu. O aksam bu husustan bahsettik. Fikirler yaptik baya bir. Bir is kurmaya karar verdik. Basina da Kuzeyli Kadin gececek insallah. Yakinda onu da anlatirim.

Babam senelerce, özellikle 90larin berbat dönemlerinde, memur ve akademisyen maaşının dip olduğu dönemlerde hepimizi özel okula gönderdi. Detaya giremiyorum rakamlari cok hatirlamadigim icin, ama bazi imkansiz matematiklerin dondugunu anlayacak yastaydim. Nasıl yaptığını uzun süre anlamamıştım. Yani tamam sıklıkla eline ikiye katladığı bir kâğıdı alıp bütçe hesabı yapardı her baba gibi ama yani onunla bitmez ki bu iş. Sonra baktım sabahları kalkıp Vakıa suresini okuyor.

Tabi bizde de benzer durumlar hasil olunca, benle Sarı ve Çıplak Imam da okumaya başladık. Ama imam efendi 57 ayetten sonra yorulup uyuyakaliyor yahut sızlanmaya baslıyordu. Olsun biz de iki parça halinde okuyorduk.

Üçüncü günün safaginda bir mail aldım. Temmuz ayından beri beklemekte olduğumuz aklımızdan çoktan çıkmış bir mevzudan havadis. Yüzlerce kişinin başvurup bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda kişiye nasip olan bir bursu kazandığım yazıyordu. Turkiyeye bedava ucak bileti veriyorlar her sene. Her ay burs veriyorlar 3 sene boyunca. Saglik sigortasi ve en onemlisi: donemi 6000 lira olan okul parasini oduyorlar. Allahuekber Kebira.

Boyle guzel haberler vardi. Ama mart ayında başlayacaktı ödeme.

Bir hafta sonra 9 çocuk anası, bölüm başkanı bilgisayarla görü mütehassısı hocam Doç. Dr. Şiti Norul Huda binti Sheikh Abdullah beni Graduate Research Assistant olarak fakülteye teklif etti. 2000 lira maaşla ise başladım 3 aylığına. Burs yatmaya başlayana kadar. Velhamdü lillahi kesira.

Sonra döndü dolaştı olay bizim ev fiyatlarına geldi dediğim gün, arkadaşım Abbas Salımı Zaini denen güzel insan, beni aldı üniversite lojmanı başvurularına götürdü. 1150 lira verdiğimiz daireden çıkıp 620 lira vereceğimiz bir daireye tasiniyorduk. Sübhanallahi bükraten ve esila.

Su bir aydan kendime çıkardığım dersler :

İçine sinmeyen ise parası şartları ne olursa olsun evet deme.
Büyüklerin usullerini hafife alma.
Rızkın kimden geldiğini unutma.
Allaha kurban olayim.
Herkesin tavsiyelerini dinle, musavere sunnettir. Ama kimsenin etkisinde kalma.
İnsallah hersey cok guzel olacak.
Malezya cok guzel de, ben bulgur pilavini, kisiri ve mercimek koftesini ozledim.


Arz ederim.


* Kendimi tam hissetmiyorum, anlatabildim mi?

24 Kasım 2017 Cuma

Onbeşinci gün : Orman Şoku

-spoiler-
argo içerir az çok.
-spoiler-

Günaydın.

Nick elindeki çalı meşalesine güvenmek zorunda, çünkü Jim ayağı sakatken yemek bulmak konusunda ona yardımcı olamayacak.

Karanlıkta ormana girdiğinizde çok dikkatli olmalısınız çünkü kısa süre içinde etrafınızdaki ağaçların birbirine çok benzediğini fark edip yön duygunuzu yitirebilirsiniz. Duyduğunuz sesler, aldığınız kokular fark ettiğiniz ufak kıpırtılar ve sık bitki örtüsünün yarattığı kuşatılmışlık duygusu paniklemenize ve hatta başınızın dönmesine yol açabilir. Bu olaya orman şoku denmektedir.
Sabah kurduğu kapana ulaşmak için yaklaşım bir buçuk dakikaya ihtiyacı var. Henüz kapana ulaşamadı ama meşalenin yarısı tükendi bile.

Geri dönüş yolunda meşalesinin tükenmemesi için hızlanıyor. Bu sayede hem oluşan rüzgar alevi hafifletecek hem de daha fazla yol kat edebilecek.

Işte kurduğu kapan! Bir kaplumbağa ve bir küçük kirpinin içinde olması sevindirici! Ama çok hızlı davranması lazım. Artık çok az vakti var.

Işte kamp ateşi. Nick hemen yavaşladı. Bu sayede Jim'in 3 dakikalik orman macerasında götünün büzzük attığını anlayıp sabaha kadar kendisiyle daşşak geçmesini engellemiş oldu.

Deniz piyadesi eğitiminden kalan bilgilerini kullanıyor ve bacaklarını yengeç gibi yana açarak koşmaya başlıyor.

Bu sayede baş dönmesiyle başa çıkması daha kolay olacak.

Ormanda motivasyon herşeydir. Arkadaşınızın sizi aşağılaması hayatta kalma ihtimalinizi hatırı sayılır seviyede azaltacaktır.

Çifte Kurtuluş un bir sonraki bölümünde : Zürafa nın düşkünü çorap giymez kış günü / Nick ilk defa patlıcan yiyecek.

TRT de yayınlanan Dual Survival isimli programdan bir kesit aktarmaya çalıştım. Ne kadar uğraştıysam da yukarıda geçen olayların dahil olduğu bölümün videosunu bulamadım. O yüzden baştan yazdım. Biraz bozdum haliyle. Teşekkürler.

Neden böyle bir giriş yaptım peki? Durun anlatayım. Onbeşinci günüm gayet sıradan bir gün oldu. Fakülteden biraz uzaklaşıp Grab çağırmayı planlıyordum. Öyle daha ucuz oluyor. Bir de baktım ki sevgili danışman hocam Siti Norul Huda binti Sheikh Abdullah arabasıyla fakülteye geri dönüyor. Sanırım birşeyini unuttu.

Neyse ben menzile varınca Grab in düğmesine bastım. Ama makine bana şoför bulamadı. Can sıkıcı bir durum. Okuldan geç çıkmanın sinir bozucu yanları. Doktora öğrencisiyiz ya, çok çalışacağız ya. Malum kafalar. Arkamdan "Bidiğ" diye bir ses işittim. Bu benim ismimin Malayca telaffuzu oluyor. Hemen geri dönüp baktım. Bir de ne göreyim. Sevgili danışman hocam Siti Norul Huda binti Sheikh Abdullah! :)

Hocalarımı daima sevmişimdir. Birşey öğreten ve komplekssiz olanlar tercihimizdir tabi. Hocamız ise bambaşkadır. Sabah laboratuvara gelir ve yemek getirir. Akşam gelir size proje buldum, burs buldum, hibe buldum der. Öğlen gelir konferans var, bedava içecek var gelin yumulun der.

Sen bir ana, sen bir baba, her şey oldun artık bana. 
Okut öğret ve nihayet, yurda yarar bir insan et.

Atladım arabaya, hoca beni trene kadar bırakacakmış. Trenle gitmek daha ucuzmuş. KTM [0] diyorlar adına. Şehirlerarasıymış. Bir çeşit banliyö treni. Hemen KTM e bindim binlerce teşekkür edip. Yolda hep teknik konuştuk o yüzden o ayrıntıları geçiyorum. KTM güzel. 4 ve 5 inci vagonlara erkeklerin binmemesini rica ediyorlar. Koc Wanita. [1]



Ben zaten bir durak gideceğim abi takılın. Bindiğim durağın adı UKM KTM. Bir iki duraklık bir yol benimkisi zaten. İnince dedim bir navigasyonu açayım da evden ne kadar uzaktayım anlayayım. 45 dakika yürüme mesafesi diyor. Bir daha bakınca fark ettim ki inanılmaz uzun dolandırıyor bizi bu KTM.

Böyle kulağı tersten tutma misali yollara alışkınız. Ama bugün eve erken gitmek istiyorum. Sarımtrak suratın masumiyetini özledim. Kuzeyli Kadın beni merak etmeye başlamıştır bile. Eli kulağındadır mesaj atabilir her an. Hızlı olup onu şaşırtırsam mutlu olacağım. Bu tarz küçük başarılar peşinde yedim ömrümü. Eminim bana "Geldin mi? A ne çabuk." dediğinde göğsümün nasıl bir gururla dolduğunu bilmiyordur. Ama bu böyle.

Tren istasyonundan çıktım. Baktım çıkışta UKM in amblemi var. Dedim madem bizim okulun arazisi burası, gideyim sorayım şu bekçiye, eğer yasak değilse bu arazi içinden gideyim. Kestirme olur. Adamla konuşmaya başladım. Orta yaşını geçmiş kafa sinekkaydı traş. Esmer mi esmer bir hintli abimiz. Kalın bir aksanı var. Ama zaten ingilizce konuşup yabancılara kendini kanıtlama peşinde değil öyle.

"Ben UKM öğrencisiyim. Şuradan geçebilir miyim yürüyerek? Yoksa yolum çok uzayacak." diye sordum. Kurallar var tabi. "Yok yok." dedi. Şuradan azcık yürü, koruluğun içinde bir köprü var ona tırman hemen sizin evin oraya çıkacaksın." Ne korusu lan? Herhalde bu eleman pek kelime dağarcığı olmadığından çalıya koru dedi. Neyse çalının içinden geçtim. Yorgunum biraz. Arkamdan bağırdı, yok yok sola dön sola sonra düz git sonra tırman falan. İyi tamam.

 Part 2

Sola dönünce bir patika gördüm. Etrafıma baka baka patikayı takip etmeye başladım. Birkaç gündür yağmur yağmadı. O yüzden baya kuru zemin. Bu iyi. Kötü olan ise, patikanın yavaş yavaş ormanın derinliklerine götürmesi beni. Ben yürüdükçe yol daraldı, ağaç dallarından bir tavan oluştu ve gök ile arama perde çekildi. Adımlarımı sıklaştırmaya başladım, zira içimden bir ses, eve erken gelmek için çıktığım bu yolda baya zaman kaybedebileceğimi söylüyordu.

Bir de dışardan gelen sesler var tabi. Maymun mu desem kuş mu desem bilemediğim bir takım inlemeler, çığlıklar ve daha nicesi. Malezya'ya geleli 2 hafta olmuş, ormanın ortasındayım resmen. Akşam vakti de girmek üzere. Akşam vakti Dangae hastalığına yol açan Aedis mikrobunu taşıyan özel bir sinek dolaşırmış sulak arazilerin yakınlarında. Hızlı ilerlemeye, bir başka değişle topuklamaya başladım. Tam olarak korktum diyemiyorum. Sanırım eve sağ salim ulaşma, ailemi yalnız bırakmama içgüdüsü şuan korkudan çok daha baskın.




Hava iyiden iyi kararmaya başlamıştı ki demir bir kapıya rastgeldim ormanın içinde. Patika burda sona erdi. Kapının yanında boşluk var. Biraz tutunup biraz kaykılarak düşük bankete sırtımı verir kapından kendimi sallandırarak karşıya geçtim. Biraz daha yürüyünce büyükçe bir açıklığa vardım. Bu arada hep navigasyona bakıyorum. Şarjım 63 falan. Büyükçe bir "açma" ya çıktım.

 

Burda karşıma üç ayrı yol çıktı. Biri güneye gidiyor. Bandar Seri Putra, Bukit Makhota gibi mekanlar orda. Biri Kuzeye gidiyor. Doğruca UKM e. Biri de Batıya gidiyor. Bense doğuya gitmek istiyorum. :/ Burdan herhangi birine ulaşmam bir saatten fazla zaman alır. Karanlıkta ormanın içinde kaybolmayacağımı varsayarsak tabi. Şarjım biter, navigasyon kapanır. Game over. Telefonla hanımı yahut polisi, belki de hocamı ararım şarj bitmeden önce. Yerimi haber veririm. Azami 10 saate bulurlar beni yoldan ayrılmazsam.

Hastalık kaza bela olmazsa 10 saat aç susuz dayanılır sorun yok. Ama belki de telefon kapanır. Ben eve gelmeyince hanım sabah erkenden okula gidip hocamı bulur. Beni sorar. KTM den sonra kaybolduğum anlaşılır sorgularlar etraftakileri. Kel adam beni ormana gönderdiğini söyler mi? Bence söylemeyebilir. Eğer ölürsem başına bela olur verdiği salakça tavsiye çünkü. Düpedüz yabancı öğrenciye sabotaj uygulamakla suçlanır. En iyi ihtimalle işsiz kalır. Belki de sabotaj yaptı? O da olabilir. Sonuçta cesedimi de bulsalar temiz bir şekilde bulurlar biiznillah. Sarı saçlı yeşil gözlü adamın minik yüreği çok acır ama. Eve gitmeliyim. Aslında pek de öyle ölünecek bir durum yok manyak hayallerin sırası değil. Hintli bekçiye ağır sövmeye başladım. Bu perişanlıkta benim payım olduğu kadar onun da payı var.

İşin komik yanı şu, hemen yanıbaşımda bizim eve giden bir otoyol var, o da bir üstgeçite çıkıyor, trenin üzerinden geçen bir köprüye yani. Ama nasıl teller döşemişler nasıl uğraşmışlar millet çıkamasın dışarıya diye. Hayret edersiniz. Gerçi burada söz konusu millet maymun milleti sanırım. UKM maymunları enteresan hayvanlar. Toplumdan ne kadar tecrit edilirlerse o kadar iyi.




Dedim bu tellerin illa ki bir yeri vardır delik. Bir süre tel örgüler boyunca batıya doğru takip ettim yolu. Hedefimden uzaklaşıyorum ama olsun en azından bir kurtuluş imkanı sunuyor. Sunmadı. Teller sağlam. Tellerin dibine gelmek için de karanlık ağaçların altına girmek gerekiyor zaten onu da bir kere  yaptım. Böcek olur sinek olur sokar hastalanırsın. Maymun olur üstüne basarsın ciyaklar yardım çağırır aşiretçi oluyormuş bunlar mazallah.

Yapacak çok birşey yok. Koşa koşa geldiğim patikaya seve seve geri döneceğim. Telefonuma bakıyorum. Navigasyonu kapatıyorum. Ve telefonun led lambasını, belki de son anlarımı videoya almak amacıyla açıyorum. Gittiği yere kadar :




---
[0] : Komuter Link
[1] : Kadınlar Koltuğu

6 Kasım 2017 Pazartesi

Otuzuncu Gün : Velesbit

Bugün özel bir gün olacak çünkü uzun zaman sonra bir iş gününde evdeyim. Oldukça tuhaf bir bahaneyle hem de.

Kuzeyli Kadın ayağını ayak başparmağıyla ayağımın iç kısmına vurdu ve kendini sakatladı. Biraz karşık oldu. Şöyle diyeyim. Hani evde dolaşırken serçe parmağınızı komidinin köşesine vurursunuz ya, öyle bir vuruş oldu. Ortalıkta ne aradığım hususunu bu muhabbetin kapsamı dışına alıyor ve ekliyorum. Ayağımın en yumuşak kısmıydı vurduğu.

Sakatlanma demişken; önce sert bir biçimde vurdu parmağını, sonra geri çekilip güldü, sonra çok acıdığını söyledi. Uzun bir süre ağrı ve şişmeye karşı buz, dinlenme gibi yöntemlerle cevap vermeye çalıştık. Fakat elde ettiğimiz sonuç mosmor ve şişmiş bir parmak oldu. Eşe dosta haber saldık ne olur bu işin sonu diyerekten fotoğraflarla.

Kırılmış olabileceğine işaret eden yorumlar ışığında, haftanın ilk günü hastaneye gitmeye karar verdik. Sarı Sıcak Saçlarını Okşamaya Doyamadığım İnsan ı güzelce yıkadık giydirdik. Yumuşacık suratıyla şaşkınca etrafına bakıyordu ki Grab amca da geldi. Hastanede işimiz çok uzun sürmedi ve çok mutlu bir sonuç aldık. Yalnızca bir incinme diyorlardı. Birkaç hafta fazla üstüne basmaması, bilhassa merdivenlerden uzak durması hususunda telkinler verdi hekim bey.

Bu da demek oluyor ki bir süre ailecek severek yaptığımız süpermarket ziyaretlerine ara vereceğiz. Böyle zamanlarda "Ulan şimdi bir bisikletin olacak." diyorum. Delikanlılık çağımızda üç arkadaş, amaçsızca gezinmeyi adet edinmiştik. Gecenin 11 ine kadar soğukta hiçbir amaca hizmet etmeyen yürüyüşler yapar, birbirimize eşek şakaları yapar, hayaller kurar, insani ve siyasi ilişkilere ilişkin kanaatlerimizi bildirir ve sonra üşüyüp eve giderdik. Üşümüşlüğün başladığı, eve gitmeye hazırlanıldığı anların arefesinde, dönüş yolunda bulunan o dik yamaçlardan birinde arkadaşlardan biri döner ve "Şimdi bir araban olcak." derdi. 14-15 yaşındaydık. Bende çok birşey değişmemiş.

Tabi daha iyi bir noktaya taşımaya çalışıyorum şartları herkes gibi ben de. Bunun için bulduğum en tasarruflu, çevreci ve sağlıklı çözüm de bisiklet. Bir bisikletim olursa eğer, kafama her estiğinde markete gidip birşeyler alabilirim hatta KTM e ve oradan da UKM e de bisikletimle gidebilirim. KTM e bisikletle girmek yasak değil. Fazladan 2 ringgit ödeniyor ama o kadar da kötü bir rakam değil bana sorarsanız. En kötü KTM e zincirlerim bisikleti, oradan sonrasını hep tramvay, okul ring otobüsü falanla kapatırım. Bu da bana günlük 2.80 ringgitlik toplam taşıma harcaması demek. Çok çok iyi.

Bisiklet almak için bir ara kolları ciddi ciddi sıvamıştım bu yüzden. İlk denediğim yöntem mudah.my oldu. Onların gittigidiyor.com u. Bir bisiklet bulmak uzun sürmedi. GOMAX marka durumu -fotoğraflardan hareketle- fena olmayan bir bisiklet bulmuş olmak güzel. Türkiye'de de bulunan bir marka. Hakkında bildiğim tek şey bu. Bisikletten de pek anlamam zaten. Bir aralar kral bir bisikletim vardı. Hayattaki üç varlığımdan biriydi. Diğer ikisini bağlamam ve bilgisayarım. O bisikleti de (İsmi Zinafşar idi.) Abdullah Feyzi isimli kral bir arkadaşım sayesinde seçebilmiştim. Bildiğim tüm bisiklet terimlerini (Gidon, maşa, kadro, sele, alyan, disk) Kadıköy'den Erenköy'e gittiğimiz o 35 dakikalık otobüs yolcuğulunda bana verdiği crash course a borçluyum. Sağolsun varolsun. Yine ona sordum. "Abi nasıl alınır ikinci el bisiklet bana birkaç püf nokta söyler misin?" diye. Ama saat farkı vardı, yetişemedik birbirimize.

Ben de gözümü karartıp gittim teslimat adresine. Bu mudah.my biraz da letgo gibi çalışıyor. İlanı defalarca okudum. Tek sıkıntı adamın 630 ringgit mi ne istemesi bisiklet için. Olacak iş değil abi. Kafamda oraya gidip. 100 liraya veriyorsan alırım deyip 250 ye almak var. Baya mantıksız evet ama o bisiklet de 600 ringgit etmiyor be kardeşlerim. Neyse mekana vardım.

Bisikletle bir tur attım. Arka fren tutmuyordu. Onun dışında bir sorun hissetmedim. Hissetmem genelde ben sorun zaten. Bisikletin yanında başka şeyler de veriyor zaten adam. Şöyle bir sıralayalım.


Bir adet çanta.
Bir adet Gopro
Bir adet kask
Bir de pompa




Bisiklet de bu.


Pazarlığa başlarken bir hata yaptım ve 300 ringgit e ver alayım dedim. Adam da 450 dedi tabi. Neyse ben almıyorum o zaman falan deyince GoPro yu dışarda bırakmak suretiyle adamı 350 ye razı ettim. Aldık bisikleti. Vallahi oldu.:) Önümüzdeki 20 gün boyunca araba alamayacağımızdan eminim : Zira oturum müsadesi olmayan kimselere araba edinme hakkı da tanımıyor Malezya hükümeti. günlük 30-40 ringgit de masrafım vardı o zaman git gel hep Grab yaptığım için. Şöyle bir düşününce harbiden çok sağlam kardayım be yine de. Sevindim ulan.


Bu kardeşe de teşekkür ettim. Babasıyla da tanışmış olduk. Adamı beklerken evinin içini de görmüş oldum. Çok sade koltuklar ve bir sehpa. Sehpanın üzerinde iki tane hiçbirşeye bağlı olmadan duran hoparlör ve bir adet Trilyoner masa oyunu. Türkiye'de bizim de vardı arkadaşlarla daha bir sene öncesine kadar oynuyor olduğumuz oyunu görünce, "Ulan evinde trilyoner olan insandan zarar gelmez." dedim. Hadi hayırlısı.

Yukarıda görüyor olduğunuz o çantanın içine navigasyonu eve ayarlayıp açtığım telefonumu yerleştirdim ve baka baka eve gitmeye başladım. James Bond shit. B) Virajları bir alışım var görmeniz lazım. Bisiklet de ses falan çıkarmıyor icabında akarı var kokarı yok. Bir beş dakika daha böyle devam ettik. Sonra birden ayağım 8 çizmeye başladı pedal üzerinde birdi ikiydi derken:


Karayolunun orta yerinde bisiklet pedalı bırakıverdi. O anki hayal kırıklığı, tükenmişlik, Malezyanın öğlen sıcağı, 350 kaymenin kaygan hışırlığı.

Küfür etmedim.
Kızmadım sağa sola bağırmadım.
Sadece kendimi suçlu hissediyordum.
Adama telefon açmadım çünkü kontörüm yoktu mesaj yazdım. (Evet kontör.)





Bakınız dünyada bu kadar hızlı context değiştirmiş bir sohbet yoktur. Allah çok büyük. Adam almaya geldi beni arabasıyla. Arabası Proton Wira 97. Babamın JetFadıl ın hızlı zamanlarında aldığı Proton 5x5 Sedanının aynısı. Evine gidiyoruz adamın bisikleti arkaya yüklemişiz ben önde baygın yatıyorum muhtelen başıma güneş geçti diyorum. Evin önüne çektik, alet çantasını getirdi bana da bir bardak su verdi Allah bin kere razı olsun. Gözüm açıldı biraz.

Baktım bisikleti tamir ediyor orda, köşede. Evinin önünde bir ağaç var hindistan cevizi var büssürü dallarında. Gittim hindistan cevizine vurdum bardakla nasıl bir ses çıkacak diye. Çok mutsuzum çünkü. Neyse öyle böyle derken adam tamir etti. Tamamdır dedi sıkıntı çıkmaz bundan sonra. Diyecektim "Ulan çok biliyordun niye satmadan önce tamir etmiyorsun *%&!" Ama düşündüm adam beni buraya kadar getirdi. İyi biri olsa gerek. Evinde bilyoner de var. Dedim kardeş bak sana bir teklifim var. Ben sana 25 ringit vereyim.

"Ben sana 25 ringit vereyim sen de bisikletini geri al olur mu?" dedim. "Adam da üzülmesin evde anası babası var. Birşey derler zoruna gider." diye düşündüm. O anda gerçekten etkileyici birşey oldu. "Tamam abi benim için sorun yok." dedi adam. Adam beni evinden kovabilirdi. Beni tanıdığını inkar edebilirdi. Yahut bunları yapmayıp verilen mal geri alınmaz diyebilirdi. Ama geri almayı tercih etti. Paramı da son kuruşuna kadar geri verdi. Bir de beni evime bıraktı arabasıyla.

Şimdi içinizde "Yahu bir pedal için güzelim bisikletten vazgeçilir mi naptın sen?" diyenler vardır muhakkak. Onu da diyeyim.

Ne düşündüm biliyor musunuz? Dedim "Ulan bu bisiklet de Allahın bir nimeti fani birşey." Yarın öbür gün bir yerde bozulsa birşey olsa ben "Aldığın ilk gün seni yolda bırakan bisikletten ancak bu kadar olur, o zaman geri verseydin ya!" der kendime eziyet ederim. Ama sağlam bir bisiklet alsan "olacağı varmış, oldu" olur. İç sesim bana eziyet etmeyi sevdiği için bu tarz durumlarda riskli alanlardan uzak durmak pişman olacağım kararları almamak için uğraşmak zorundayım.

Yoksa böyle oluyor.
Sonuç olarak adam beni evime de bıraktı, özel bir şirkette çalışırken sonradan mide rahatsızlığı geçirdiğini, online pazarlama işine girdiğini, artık bu sebeple bisiklete de ihtiyaç duymadığını anlattı. Normalde renovasyon işinde çalışıyormuş. Kıyak bir kardeşimizdi.

Eve vardığımda çok anormal biçimde yorgundum. Ruhsal ve bedensel yorgunluğum had safhadaydı ama eve elim boş gitmemiştim. Şu bardakla vurduğum hindistan cevizi vardı ya, onu dedim neden toplamıyorsunuz dalından kardeş, o daha olgunlaşmamış ama istersen al dedi. Hemen aldım. Sağolsun. Eve de getirdim.


Bana anlattığı şekilde açtım bıçakla. Suratıma fışkırdı suyu. Ben de sallayınca neden su gelmiyor diyorum. Meğer ağzına kadar su doluymuş. 800 ml su çıktı şuncacık şeyden. Sıcacıktı suyu. Soğutsak çok daha güzel olurmuş ona şüphe yok. Bugünden pek bir kaybımız olmadı şükür. Gidelim de bizim Sarı Kavunumuz ile hindistan cevizini ölçüştürelim dedik. Bakalım hangisi daha büyük gelecek diye. Hindistan cevizi kazandı.

Yine eski günlerin hayali ile bugünü anlatamadım. Ahuah. Sağlık olsun.

---

Bütün olaylardan sonra sevgili arkadaşım mesajımı görmüş, bana da size iletmek düşer tavsiyelerini. Aslında çok daha uzun anlatabilirdi bence. Ama o an aklına gelen en kritik noktaları yazmış. Bir de bizim gibi bilgisayarcıların anlayabileceği bir dilde yazmış. Makineciler aralarında başka başka konuşurdu diye düşünüyorum. Ama çok pratik bilgiler sunmuş. Çok teşekkür ediyorum. Saygılar.

İKİNCİ EL BİSİKLET ALMADAN ÖNCE DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR.

kritik bazı noktaları belirlemeye çalışacak olursak aklıma şunlar geliyor:
1 kadrodaki kaynak noktalarına bak. Çatlak, açıklık, herhangi bir kusur falan olmasın
2 Ön maşanın sağlamığından emin ol mutlaka, gıcırtı, anormal bir yaylanma ve amortisör ekseni haricinde ekzantrik falan bi hareketi olmasın
3 teker göbeklerine de yakından bak, teker göbeği ve lastik tarafı jant bağlantı noktalarında esneme yamulma olmasın
4 aynakolda herhangi bir gıcırtı olmadığına emin ol
5 frenleri kontrol ederken tekerin zikzak çizmesi çok önemli değil, jant ayarıyla hallolur fakat fren teline ve fren kollarının yıpranmışlığını kontrol et mutlaka
6 sele borusunu çıkar ve hem erkek hem dişi tarafında mekanik bir sıkıntı olup olmadığını kontrol et, çatlama, yamukluk vs





4 Kasım 2017 Cumartesi

Yirmi Yedinci Gün : "Ben İyim."


Uyandım. Cuma sabahları ayrı bir güzel oluyor. İnsanların en güzel kıyafetlerini giydikleri, koku falan süründükleri Cumalar var. Seviyoruz. Burada Cuma günleri Pakistanlıların giydiği şu parlak renkli cübbemsi uzun gömleklerden giyen kral arkadaşlarımız var. Bu kadar güzellemenin üstüne gittim bej kanvas pantolon üstü gri tshirt giydim. O da babamdan arakladığım, yatarken giydiği tshirtlerden.

Temiz ve sadeyim. Paspallıktan sıyrılmış ama şıklığa bakımlılığa geçmeyi gözü kesmeyen kişi avuntusu gibi geldi kulağa değil mi? Yapmayın öyle demeyin. Sarı Başlı Gövel Ördeği kendi yerime yatırdım. Diş fırçaladım ve hazırım. Kahvaltıyı da Allah ne verdiyse bir şekilde yaparız artık okulda. Telefona baktım saat 7:59. Yasser ile 8.00 de buluşacağız. Dün akşam birbirimize döngüyü kırmak hususunda söz verdik Whatsapp’tan.

Bu defa kapıya kadar geldi Yasser kral. "Çok yağmur yağıyor çünkü." diyor. Bu yağmur sesini dinleyebilmenizi isterdim. Yağışını da görmenizi. Bazen geceleri yağmur yağdığında sokak lambasının çevresine bakakalıyorum görmemiş gibi. Ama resmen “gökyüzünden su atıyorlar” gibi bir görüntü var. Kuzeyli Kadın “Bollywood filmlerinin kalitesiz yağmur efektleri” ne benzetiyor bu yağmuru. Tek farkla, bu gerçek. Saniyeden kısa sürecek bir zaman dilimi içerisinde belirgin şekilde ıslatmaya muktedir bu yağmur.


Yasser e "Bak, gördün mü döngüyü kırdık çok şükür." deyince ağnamadı. Dedim “Yazılım geliştiriciler böyle konuşuyor kusurumuza kalmayasın.” “He” dedi. “Demek sen programlama biliyorsun.” “E tabi abicim. Bilgisayar mühendisiyim ben.” Ordan mevzu işte mikrodenetleyicilere gitti, ne bileyim bilgisayarla görü öğrenen makineler ve DAHA NELEER NELEEEER!. ŞİMDİ UUUZAAKLAAARDASIN. Durdum.
Çünkü KTM e geldik bile. Sanırım KTM için buranın tramvayı diyebiliriz. Girişte ve çıkışta kart basılıyor. Ama yalnız çıkarken para kesiyor makine. Çıkarken de zorunlu yani kart basmak. Geçen yine tramvaya biniyorum böyle, tam sandalyeye oturdum ve günlük “Bangi KTM ahvali” videomu çekicem, bir de baktım arkadan bir çeşit çığlık geldi. Kısa bir inilti de denebilir. Arkamı döndüğümde yerde, inceden kıvranan böyle zayıf, yaşlıca bir kadıncağız gördüm.

Yanında bir iki kişi vardı, baktım kadının kaşından kan akıyor. Yanındakilere “Poşetim düştü, poşetimi alabilir misiniz? Lütfen biri poşetimi alsın.” Mealinde serzenişlerde bulunuyor. Olaya hemen müdahale ettim baba. “Sen kim oluyorsun abi sorması ayıp?” demediler. Poşeti aldı biri, ötekine peçete getirin dedim. Kadını kaşına mendili bastırmaya teşvik ettik. Ben de ruhsal destek elemanı olarak görev aldım acizane. Birazdan sana pansuman yapacağız, elini yüzünü temizleyeceğiz. Eskisi kadar iyi olacaksın hiiç merak etme. Şimdi sakin sakin otur tamam mı? Ayağa kalkabilir misin? Sakın kendini yorma, seni şu sandalyeye alacağız.” Gibi sözleri hemşire ses tonuyla ard arda sıraladım kadına. Umarım çok efemine durmamıştır. İki ablam var benim sadece. Onlarla büyüdüm ve hiç kırmızı yahut pembeye çalabilecek bir oyuncağa dokunmadım bile. Öyle bir maskulenlik takıntısı var. Buradan Freud abimize selam ediyor, konuya dönüyorum. Enteresandır, kadın sürekli birilerinin ellerini temizlemesi için ricacı oluyordu. Bir de sık sık patronunu araması gerektiğini söylüyordu. Hani Arapların sarışınları oluyor ya, onlardandı sanırım.

Patronunu aradı. Ben o arada bir ıslak mendil getirttim. Bir yandan ellerini siliyorum kadının, bir yandan emirler yağdırıyorum. Artık baya kanıksadım rolümü. Bir nevi acil servis yönetiyorum. “Hastaneye gitmesi lazım taksi çağırın!” taksi geliyor. Kadın “Yok diyor. Benim patronum var o gelir alır.” Gerilmeye başladım. Neyse ki kaşın kanaması durdu. Bu yaşta kadın, fabrika köşelerinde ne işi var bu kadının ki? "Fabrikanın hemen yanındayım Mr. Zhou!" diyor telefonda. "Mr. Zhou! Lütfen bana yardım edin. Hastaneye gitmem lazım. Çok kötü durumdayım kaza geçirdim." diyor. Hastaneye gitmek istemeyip patronunu araması benim zihnimle tek bir şekilde tevil edilebilir. Sanırım keyif kaçıran konulardan uzak durmalıyım. Darlandım.

“Burda bir ilkyardım çantası yok mu birader?” diye soruyorum. Artık üslup ve tonaj böyle. Bir koşu alıp geliyor adam. Ben bile şaşırıyorum. Neyse kadıncağızın yarasını iyice temizleyip gazlı bez koyup, alnının bir kısmıyla kaşlarını kapsayan bölgeyi bandajla son derece sakin bir şekilde sardım. Görevliye çaktırmadan, turnikeleri pas geçerek geri girdim perona. “Bence beni doctor sandılar. Ahuah!” diye mesaj yazdım Kuzeyli Kadın’a. Evimin kahramanı oldum. Tabi o başka bir gündü ve geride kaldı. Bugünse videomu çektim, KTM e bindim ve sonra “Sila awasi lanka anda.” [1] uyarıları eşliğinde KTM UKM istasyonunda indim.



Ziraat Öğrenim kredisi borcumu zamanında ödemediğim için Türkiye’deki bütün paramıza devlet el koydu. Haklı. Allah bir kapıyı kapatır ötekini açar. “Ben her sabah şu laboratuvara gelebileyim, başımızı sokacak yuvamız kursağımıza girecek ekmeğimiz olsun, bir de şikayet mi edeyim?” dedim sonunda kendime. Tabi böyle güzel teslimiyet cümleleri kurana kadar neler neler söyledim Allah biliyor. Bir ara kendimi kaybedip yolcuyu yolun ortasında indiren İstanbul minibüsçülerinin ahfadına ve dahi akraba-i taallukatına kadar götürdüm olayı, buradan alayına açık mektup, haklarını helal etsinler. Yolun ortasında çoluk çocuk indirilmeye ses çıkarmayan ve kendine adam diyen yolcunun da tabi. Tamam beş dakikalık gerilim senseyşınımız burada bitiversin. “Ben iyim.”
Mostar’da bir İmam Jusuf var. Kral bir abimiz. Uzun boylu geniş omuzlu filinta gibi bir abimiz. Genç de bir adam. Böyle imam mı olur dersin görsen janti adam. Giyinmeyi, adabı iyi bilirdi, mesela ben bilmem. Efsane adamdı. Türkçesi çok kıttı ama adamda gönül vardı be abi. Her namazdan sonra teker teker cemaati gezmesini de unutamıyorum. En son benim yanıma geliyordu ama benden önce, sandalyede namaz kılan yaşlı bir adamın yanına giderdi. Adam da Imam Jusuf gibi janti ama onun da ötesi. Takım elbiseli, daima sinekkaydı traşlı. Hareketleri çok ağırdı. Demans mı desem Alzheimer mı, aradaki farkı da bilmiyorum gerçi. Onun yanına gidip. “Haj.” Derdi ve ellerini kavrardı. Derinden, vurgulu ama sakin bir telaffuzla söylerdi. “Haj.”
Bu abimiz en son benim yanıma gelirdi. “Bedir. Maşallah. Nasılsın?” derdi. Fiks ama. Daima bu kelimeler. Ben de “İyiyim abi. Sen nasılsın? Allah Kabul etsin.” deyince, Iki kelimeyle cevap verirdi:

“Ben İyim.”

---

[1] Lütfen  adımlarınıza dikkat edin.

3 Kasım 2017 Cuma

Yirmi Altıncı Gün : Serapan Saya Seri Kaya

 [1]

Ağır uykumdan güçlükle uyandım. Saat 7. Gözlerimi açmak için desteğe ihtiyacım var. Artık her sabah duş alıyor ve dişlerimi fırçalıyorum. KTM denen trene biniyorum ve laboratuvara gidiyorum. Durun tamam hepsini anlatacağım. Şu dişleri bir fırçalayayım.

Düzen güzel şey. Ama eşşeği at yapmıyor afedersiniz. Eğer sabah kalkmakta zorlanıyorsanız, aynı zorluğu her sabah yaşıyorsunuz. Düzenin güzelliği "Oh ulan kaç sabahtır tam zamanında uyanıyorum." diyebilmekte sanırım. "Ne var yani? Saati kurarsın, kalkarsın nolucak?" demeyin. Saati kurarsak Saruhan uyanır ve annesini öğlene kadar uyutmaz çok hassas dengeler var bildiğiniz gibi değil.

Hemen giyiniyorum ve mutfağa gidiyorum. Kuzeyli Kadın bana "Kahvaltı yapmak ister misin?" diye sordu 1/10 ağızla ve ultra kısık bir sesle. Öyle perişan öyle acınası bir şekilde sordu ki ama. Böyle duymamam için yalvarıyordu yüce Allahu Teala'ya. Kıyılır mı ulan bizde de vicdan var insanlık var bir nebze de olsa. Sade bir "Yok." dedim kısık sesle bende. Bu yaşananları hatırlamayacak muhtemelen. Buzdolabını açtım ve dün bitirmeyi başaramadığım, üzerinde Seri Kaya yazan konserveyi çıkarıverdim.

Enteresan bir yiyecek bu dostlar. Hindistan cevizi ezmesi diye geçiyor ama içinde Şeker, Tuz, Yumurta ne ararsan var. Olsun, bir diyeceğimiz yok damak zevkidir karışamayız. Ama yumurtanın varlığı insanda bir şüphe uyandırıyor. Şimdi biz bunu açtıktan kaç gün sonra tüketmeliyiz dedirtiyor. Görüntüsü şöyle çünkü :


[2]

Yani reçelle helva arası birşey. Su var içinde bir miktar. Neyse sonuçta affetmedim ve ekmeğin tuh yeriynen yapıştırıverdim kalanını. Hızlı olmalıyım. Zira saat 8 de Yasser beni güvenlik kapısından alacak.

Yasser kim? Onu özet geçelim hemen. Geçenlerde biz yine bebek arabasına oğlanı ve alışveriş malzemelerini yüklemişiz. Ne bileyim, torbaları arabanın tutacaklarına, suyu bir elimize, bebek mamasını arabanın alt kısmına... Tıngır mıngır gidiyoruz yolda yürürken de laflıyoruz. Yükümüz pek hafif değil ama halimizden memnunuz. Oğlan ağlamasın da, gerisi mühim değil Elhamdülillah. Of Allahım çok şükür. Dur sakın ağlama. Heh tamam çıktım tripten.

Tam o sırada baktım arabanın biri durdu geri geri gelmeye başladı. Baktım içinde iki adet insan var. Genç bir çift bunlar sanırım. Biri penceresini indirdi. "Hey! Bizimle gelmek ister misiniz?" dedi. Normal edepli insanlar gibi "Kem küm" edecekti Kuzeyli Kadın tam, bir de baktı ki ben malları yüklüyorum bagaja Ahuah. Affeder miyim. Selamaleyküm aleykümselam. Bunlar da bizim gibi yeni evli bir çiftmiş. Daha da yeni. Çok sempatik iki Malay bunlar. "Sizi yolda yürürken gördük öylece" diyorlar. Yol da nereden baksan bir buçuk kilometre daha vardı sanırım. Konuşurken konuşurken adam birden "Ben seni sabahları KTM e bırakırım istersen." deyiverdi.

"Ben zahmet...", "Yok o kadar...", "Ben size çok ..." gibi kelimeler kullanmak yerine "Harbici mi?" anlamına gelen bir cümle kurmayı tercih ettim. Dört gündür bu böyle sürüyor. Evden çıktım. Hava çok güzel. Her zamanki gibi. Gerçi Malayların bir kısmı bu havadan pek hoşlanmıyor. Bazen bana merakla : "Türkiye'de dört mevsim yaşanıyor değil mi?" diye soruyorlar. "Evet" diyorum ve artırıyorum : "Bazen aynı şehirde aynı günde dört mevsim yaşandığı bile oluyor." Acımadan vuruyorum. Memleketinden şikayet edeni fena cezalandırırım. Herkes minnettar olmak zorunda. Ekim yahut Nisan ayında İstanbul'a gelsinler de bitsin bu kardeşlerin mevsim hasreti.

Tabi bizim oralarda "Yeryüzünde cennet" olarak anılan Malezya nın sakinleri, bu görüşümüzü kendileriyle paylaştığımda şaşırıyorlar. Katılmasalarda seviniyorlar içten içe keratalar. Biliyorum. Ne diyorduk evet sağolsun Yasser ve eşi Shahira, beni her sabah alıp Bangi KTM istasyonuna götürmek istediklerinde bir an olsun tereddüt etmedim. Fakat şöyle bir durum oldu : İlk gün bu kardeşimiz uyuyakaldı. İkinci gün ben uyuyakaldım. Üçüncü gün o uyuyakaldı. Şaka yapmıyorum abartı falan da yok.

Sadece ilk gün ben eve dönerken KTM den almıştı beni. O çok iyi oldu. Çünkü akşam vakti çok sinek oluyor. Grab yapmak istesen o vakte kadar genelde telefonun şarjı bitmiş oluyor. Sağolsun çok makbule geçmişti. Neyse uzun lafın kısası garibim bugün de uyuyakalmış. Bana da grab çağırmak düşüyor.

Part 2

İşe gittim. Söylenecek çok şey yok aslında. Neden söylenecek şeyler değil? Birincisi mühendislik aktiviteleri olduğu için. Mühendislik aktiviteleri ancak sonuçları alındığında ve hatta bu sonuçlar doğrudan kavranabilir (ses/görüntü) olduğunda dikkate değer olurlar. Sizlerin dikkatinize değer yani sevgili kardeşlerim.

Öğle yemeğinde Nasi Lemak Ayam yedim özlemişim. Ne zamandır Oatmeal denen hayvan yemiyle besleniyorum. Ben ona (G)Oatmeal diyorum. Merak ettiğinizi tahmin ederek hemen görsel sunuyorum :
[3]

Hiçliğin tadını merak ediyorsanız mutlaka denemelisiniz. Benden söylemesi. Muataz kardeşime sonsuz teşekkürler. Zira bu 1 kiloluk Oatmeal da bana sonsuza kadar yeteceğe benziyor. Bedava ve sağlıklı olmasından hiç bahsetmiyorum bile. Okuldan çıkışta Türkiye'den burada gelirken Mısırlı Turizm Şirketi sahibi dostum Mahmud'dan aldığım RapidKL kartını kullanma fırsatı yakaladım. Harika oldu. Kartın içinde 13 Ringgit olduğunu fark ettiğim an yaşadıklarımı ancak yürürken ayağına fındık takılan bir sincap anlayabilir.

Eve geri dönüşüm tamamiyle yağmurla kaplı bir sekans oldu. Yağmuru gerçekten seviyormuşum ben. Telefonumun şarjı bitince grab çağıramadım. Taksiye kaldım. Çok yazmasın diye güvenlik kapısında indim. 2 Ringgit falan tasarruf etmişimdir bence.

Burda taksinin 200 metresi 25 sent. 36 saniyede bir yine bir 25 sent atıyor. Eve sağ salim vardığımda ne kadar yorucu bir günü geride bırakmış olduğumu fark ettim. Allaha çok şükür. Sarılınası sarı adama sarılmak için sabırsızlanıyorum.

Yemek yedik sonra sarı adamı uyandırdık. Altına yapmıştı değiştirdik. Oyun oynamaya başladık. Burnumun içine parmağını sokup yardı orayı. Birkaç dakika kanadı. Yıkadım onu dinlendik biraz. Sonra dışarı çıktık. Çok güzel bir parkı var kaldığımız yerin. Ama akşam olduğu için bizden başka kimse yoktu. Şu teyze jimnastiği aletlerinin aynılarından burada da olması memleket hasretini bir miktar giderdi.

Eve geldik. Uyumak ne güzel şey çok şükür.

---
[0] : Kahvaltım Seri Kaya
[1] : http://jinjanglee.com/image/cache/catalog/NAZRI%20SERI%20KAYA%20-%20480%20G-500x500.jpg
[2] : http://www.azhan.co/resepi-sekaya-atau-seri-kaya/
[3] : https://savemore.money/wp-content/uploads/product/Captain-Oats-Quick-Cook-Oatmeal-1kg.jpg

18 Ekim 2017 Çarşamba

Beşinci Gün : Ev



Geç yatmıştım ama şükür erken kaldırıldım. Kuzeyli Kadın beni uyandırırken "Hadi hem bak sen dememiş miydin? 'Az uyumamız lazım. Böyle belki bir ay uyumadan geçireceğiz zorlanacağız biraz.' diye?" geliştirdi argümanını. Böyle insanın cevapsız kaldığı kontrpiye anlarında fark ediliyor aslında evliliğin nasıl bir karar olduğu. Hakkımda çok şey biliyor bu kadın. İstese hepsini aleyhimde kullanabilir. En iyisi onunla çok iyi geçineyim. Hemen fırladım yataktan.

"Aslan kocacım, kaplan insan" benzeri babalamalar duyuyorum. Durum ciddi galiba. Dönüp soran gözlerle baktım. "Saat 11 e randevu aldım emlakçıdan" dedi. Sabah kahvaltı da yapacaktık. Bu demek oluyor ki biraz sonra çıkmamız lazım. Olsun güne erken başlamış sayılmayız bile aslında.

Emlakçı değil de "Private Seller" [0] dedi. Burada şöyle bir durum var. Mudah.my diye bir site var. Alayına giderli bir site. E-ticaret hususunda aklınıza gelebilecek herşeyi yapıyor. Araba, ev, kulaklık, bebek bezi ortaya karışık. İyi de çalışıyor. Emlak için özelleşmiş sitelerden alamadığımız randımanı buradan aldık diyebilirim. Bu konuda kanaatime hiç tereddüt etmeden kıymet verebilirsiniz, zira 3 günde en aşağı 25 emlakçıyla irtibata geçtim.

Ama voleyi benim uyumamı fırsat bilip bilgisayarın başına geçen Kuzeyli Kadın vurdu. Bir de benim ağzımdan konuşmuş ev sahibiyle. Utanmasa "Karım duymadan şu ev işini halledelim çok dırdır yapıyor bilgisayarı hiç bırakmıyor, çok birşey beceriyormuş gibi önüne gelen emlakçıya mesaj yazıyor ama kellim kellim la yenfa." diyecek olmuş. Neyse ki şizofrenik bir durum ortaya çıkmadan çözüldü mevzu. Evi görmeye yine Grab yaparak gittik. UKM ye 10 km.

Grab şoförümüz yine dünyalar tatlısı bir Malezyalı kardeşimiz. Sanki bu adamlara biri bebekken bir aşı yapmış insanlara her gördükleri yerde gülümsesinler, arkadaş olmaya çalışsınlar diye. Tabi bilmiyorum herkese karşı böyle olup olmadıklarını ama bilhassa "Türkiye" cevabını verince "Neredensin?" sorusuna, akan sular duruyor. Çok da samimi bir kardeşimizdi. Hemen "Politikadan hoşlanır mısın?" diye sordu. Haha. Bu doğru cevabı itiraf niteliğinde olacak bir soru. Çevresinden dolanarak cevap vermeye gayret ettim.

"Türkiyede politika sevenler arasında kavgaya neden olduğu için çok dikkatli konuşulur ama taksiye binince politikadan bahsetmek adettendir." diyorum. İyi kıvırdım yine. Çok da hoşuna gitti. "Haha. Napalım bizim meslekte sağda solda trafik çıkıyor, uzun yol oluyor insan konuşacak bir konu arıyor." dedi gülümseyerek. "Nasıl buluyorsun peki Türkiye'yi?" diye sordu. Ekonomik, siyasal, sosyal açıdan ortaya karışık bilgiler istiyordu, ya da ben öyle anladım.

Biz çok geniş insanlar değiliz Türk milleti olarak. Gerilim, cehd, kaygı, mücadele, hırs, merhamet. Ne kadar yaşlandıran his ve huy varsa bizde birikmiş sanki. Türklükten sebep, böyle bir soruyla karşılaştığımda aklıma asla iyi şeyler gelmiyor benim sanırım. Ama Deniz Baykal'ın muhalefet lideri olduğu zamandan bir hadise üzerine, "Yurtdışında hükümetin elini zayıflatıcı açıklamalar yapmaktan kaçınmak gerektiğini, bunun gençliğinde büyüklerinden görmüş olduğu bir şey olduğunu" anlattığını hatırlıyorum. Bu bir refleks oldu zamanla bende de sanırım. Türk vatandaşı olmayan birine  ters giden işlerden bahsedesim öyle kolay kolay gelmiyor gerçek ne kadar acı olursa olsun.

Adam uluslararası siyaseti bir dünya kupası edasıyla anlatıyor. Komünistlerle Ruslar ittifak halinde, Çin Sri Lanka'dan birkaç ada satın aldı, sol kanattan Japonya koptu geliyor, ilerde Avustralya boşa çıktı, İngiltereden sinsi ve derinlemesine bir paaas son anda Türkiyee. Şeklinde anlatıyor. Ben de gaza geldim. Hemen 2003 teki mart tezkeresinin reddini anlatmaya başladım. "Amerika'ya 30000 bin kayıp verdirdik sınırlarımızı açmayarak, akılları sıra bizim topraklarımızdan geçerek müslümanları katledeceklerdi. Kahramanca bir karardı." diye girdim söze. "Madem uçak gemileriniz, sonsuz sayıda üstleriniz var, gidin başka yerden saldırın abi. Bizi komşumuzla niye papaz ediyorsunuz dedik bir manada da." dedim sonra. Korkarım ben daha baya uzun bir süre bu emsali görülmemiş başarımızı  anlatacağım. Olsun gurur verici.

"Evet evet! Müslümanları korumalıyız. Onları kimsenin eline bırakamayız" dedi adam. Ulan içim burkuldu be. Kimlerin ellerine kimleri bıraktık en iyisi hiç derinleştirmeyelim bu konuları daha fazla. Neyse geldik çok şükür. Elhamdülillah salamat. [1]

Güvenlik çok sıkı. Bunu beğendik bir kere. Ev okula ve havaalanına yakın ama Kuala Lumpur a uzak. Bunun gibi birçok özellik vardı tabi baktığımız. Evi bize gösteren kişi ev sahibinin bir arkadaşıymış. O da şeker gibi bir abimizdi. Bir Malay klasiğiydi adam. Hemen kanımız kaynadı vallahi. Evi de beğendik. Tutuyoruz abi. Daha neyini bekleyelim ki.

Bir iki tane  vardı gözümüze takılan. Onları da ev sahibi halletsin diye rica ettik kırmadılar. Genel olarak kırmıyorlar Malaylar zaten. 1100 ringite anlaştık 1400 feet karelik [2] ev için. Güzel çok şükür. Bir yerleşelim, düzeni kuralım. Sonrası bayıraşağı inşallah.

Sonra okula kayıt olmak var sırada. Sonra oturum işini halletmek. Sonra bir araba alırız 3500 ringite. Sonra elimiz bollaşınca bir motosiklet. Bak bu da olursa bir de gopro cinsinden bir kamera alırım ormandan ormandan giderim.

Tabi evi tuttuk da, bir de buraya taşınması var. Size biraz da sağından solundan bahsedeyim evin. Bir kere salonla mutfak bitişik. Arada öyle kapı falan yok bizdeki gibi. Ama bir mutfak fanı var, böyle restoranlarda olur ya hani aspirasyon amaçlı. Öyle. İkincisi tabi birçok Malay evinde görebileceğiniz bir dekor : Demir parmaklıklar. Daha hoş gelsin diye kulağa, ızgaralar diyor evi kiralayan Malay abimiz. Sonra mutfaktan bir tuvalete kapı açılıyor nedense. Tuvalet bolluğu var evde zaten onu da belirteyim.

Yine Malezya'da sıkça karşılaşılacak bir şey burda da mevcut. Yerler daima fayans. "Soğuk olur, halı lazım olur." falan demeyin zira burada halı kullanılmıyor ekseriyetle. Ve fayanslar yanıyor. Onun dışında bir Malay olayı daha : Bu bilardo salonlarındaki tepe pervaneleri var ya hani, ismini hiç bilmiyorum. Onlardan her odada var. Salonda iki tane var hatta. Lambanın düğmesinin yanında beş ayarlı bir de pervane düğmesi oluyor hatta. Darlandın mı 5 e veriyorsun helikopter gibi dağıtıyor ortalığı.

Ev anlatmakla bitmez sonuçta ev bu. Ama şunu belirtelim. Boş bir eve çıkıyoruz. Buralarda ancak zenginlerin yaptığı birşey bu anladığım kadarıyla. O sebepten kritik bir dönemeçteyiz diyebilirim. Hızlıca eve dönüp dinlenmemiz ve sonra eşyalarımızı toparlamamız gerekecek. Sonra gidip Sarışınlığı Bebeklikle Kombine Edip Gönüllerde Taht Kuran Adam a bir yatak almamız gerekecek. Ve tabi kendimize. Yoksa fayansta yatarız ve bunu da hiç istemeyiz.

Zamanımız çok olmadığından Ahmad Hoca'nın bizi arabasıyla eve bırakma nezaketini gösterdiğini ve anlaşma şartlarından bahsettiğini aktarıp bu kısmı kapatmam lazım dostlar.

Part 2

Eve geldiğimizde bitmiş suretteydik. Bir gün öncesinin derin uykusuzluğu da vardı tabi. Uyandığımızda ortalık kararmıştı, Kuzeyli Kadın'a söz vermiş olduğum üzre Otelin yanında sonradan keşfetmiş olduğum güzel malay restoranına gittik yine. Yediğimiz Malay yemekleri giderek güzelleşiyor gerçekten. Bu defa Nasi Lemak dan Ayam Goreng [3] yedim.

Marketten bugünümüz ve yarınımız için alışverişler yaptık gidip sonra. Benim hiç aklıma gelmezdi, ama baya bir temizlik malzemesi aldık. Türlerine, markalarına, fiyatlarına hiç bakmadım. Gereken yardımı yaparım ama karar mekanizmasında yer almam. Herkes bildiği işi yapmalı değil mi? Fırçalar, viledalar bizim ordakilerin aynısı aşağı yukarı.

Metre aldık, o da aklıma gelmemişti. Evi ölçüp eşyalarımızı ona göre alacakmışız. Laf aramızda bu bizim kendi eşyalarımızla sıfırdan düzeceğimiz ilk evimiz olacak. Iğdır'da geçici bir ev kurmuştuk vakti zamaniyle, oturmak nasip olmadı pek. ~Bir senelik evliliğimiz sonunda bir çatıya kavuşuyor diyebilirim. Onun verdiği bir azim var, yoksa bu kadar iş korkutuyor olurdu belki de.

Eşyaları otelin lobisinden geçerek asansöre götürürken resepsiyondakilerin bakışlarından kaçınmaya çalıştım. Tuhaf göründüğünden değil, "Ah ne güzel, taşınıyor musunuz? Hımm oh ne hoş, falan" diye başlayacak bir sohbeti sürdürmeye takatim olmadığından.

Sarılığını Bozdurmaya Gelmeyen Tombik kişi bir türlü uyuyamadı gece boyunca. Yatağa dokunduğu anda ağlamaya başlıyor. Tam gecesini buldu. Eşyaları toplamak, taşınmak gibi birçok uzun işin içerisinde ömründe ilk defa bir geceyi uykusuz geçirdi. Bildiğim bütün türküleri söyledim. Dua ettim, bildiğim surelerden okudum. Kuzeyli Kadının bu şartlar altında nasıl bir halde olduğunu anlatmama gerek yoktur sanırım. Korkmaya başladım.

İnşallah herşey güzel olacak ama. Şu gözlerimi bir kapatayım hele.


Not : Bu yazıyı kaleme almaya başladığımda Deniz Baykal hasta değildi. Geçmiş olsun.
---

[0]  Ev sahibi yahut ona vekalet eden kişi rolündeki satıcı.
[1] Mısırlı bir arkadaştan öğrendiğim kadarıyla "Çok şükür vardık" anlamında arapça cümle.
[2] 130 m2
[3] Sütlü Pilav ve Kızarmış Çıtır Tavuk gibi bir yemek.

10 Ekim 2017 Salı

Dördüncü Gün : Jurassic Park



Pazartesi, yani büyük gün geldi çattı. Bundan uzun zaman önce başlayan Malezya'da tahsil maceramın Malezya ayağının başlama zamanı. Ve ben hala hastayım. Kafam davul gibi ve boğazım kuru. Burnum ilk fırsatta havlu atmış olacak. Nefessiz kalmak da öyle pek iyi gelmiyor öteden beri. Neyse iki tane Nurofen çakalım. Çok ses etmeden yola koyulalım.

Hocanın yanına gideceğim hafiften heyecan var. Üniversitenin ilk yılında Kanal D'ye İsmet Özel'i konuk etmişlerdi. Ben ilk programın tekrarını izlememiştim. Ahmet Turan Alkan ile olanı hani. Alevilik üzerine konuşulacağını söyledi arkadaşlar. Kendi sesinden "Alevilik İlkelliktir!" dediğini duyduğumda çok şaşırdığımı hatırlıyorum. Tavır tamam. Jestler mimikler bakışlar hepsi tam bir cengaver. Kafaya vura vura konuşuyor tam beklediğimiz gibi. Ama onca kitabını okumuşum hep böyle kalın sesli hayal etmişim ya, "ilkel" derken çıkardığı "i" ve "e" nin tizliği hiç kulağımdan gitmiyor, ona çok şaşırmıştım. Felaket gaza gelmemize engel olmamıştı bu ayrıntı, o başka. Etüt arkadaşım Çağrı, "Eski komünistlerden sesi kalın olan kim var ki abi?" demişti. Kalın sesliliğin de ideolojisi oluyormuş herhal. Bunları anlatmamın sebebine geleceğim tahmin edemeyenlerden sabır rica ediyorum.

"34 dakikalık bir yürüme mesafesi, saat 9 da evden çıkan sağlıklı bir insan için çok mesele değil" diye düşündüm Google Maps e bakınca. Yanımda kadın yahut çocuk olmayınca ulaşıma çok fena pintileşebiliyorum. 3-5 liradan tasarruf için ölümcül mesafeler alabiliyorum var bu. Ama bu pek de öyle değil. 2.5 km var yok. Herşey yolunda gidecek eminim.

12 dk sonra.

Öğlene daha 4 saate yakın var. Ama güneş tam tepemdeymiş gibi hissediyorum. Son 4 dakikamı otostop yaparak geçirdim. İşe yaramayacak. Yola devam edeyim en iyisi. Heh. İlerde bir araba durdu. Serap değil. Evet bir Perodua sola çekti. [0] Beni almak için durduğuna inanasım pek yok aslında. Ama deneyeyim şansımı.

Yanına vardım ve pencereden şöyle bir baktım sanki içinde biri var mı merak etmişim gibi. Yoksa Otostop gibi bir niyetim yok yani. Adamcağız telefonunda birşeylere bakıyor. Beni gördü. Başımla selam verip ilerledim. Nasip. Ama o da ne. İleride bir daha durdu. Ön kapının penceresinden içeri atlamamayı güç de olsa başardım. Yavaşça arabaya binip "Selamaleyküm." dedim müteşekkir bir gülümsemeyle. "Nerelisin", "Maşallah!", "Erdoğan?", "UKM" [1] gibi birtakım anahtar kelimeler seçebiliyorum şuan hafızamdan konuşmaya ilişkin. Başıma güneş geçmediğine sevinmeliyim. En son inerken arabanın sahibi abi numaramı aldı, numarasını verdi. Bir ihtiyacım olursa aramamı söyledi. Şimdiye kadar rasgele karşılaştığım Malaylar arasında numaramı isteyen üçüncü kişi oldu bu. Allah razı olsun be.

Malezya'nın ilk 4 üniversitesinden biri bu geldiğim. Arazinin ne kadar büyük olduğunu haritadan biliyorum. Ama üniversitenin kendisine dair bundan öte pek de bir bilgim yok. Kapıda inince ilk göze çarpan şeyi söylemek istiyorum. Ağaçlar. Yeşille yeşilin bir buluşması gibi üniversite. Babamın evdeki bitkilerin saksısına dikine yerleştirdiği hurma çekirdeğinden bir bitki türemişti. Onun makrosu burada. Annemin zamanında pişirmiş ve benim burun kıvırmış olduğum küçük minik brokoli. Onun devasası burada. Baş dönüyor benim hala, gördüklerimden ötürü mü yoksa sıcağın etkisi mi pek çözemedim ama devam.

Navigasyona baktım, bişey anlamadım. Zaten hocanın fakültesinin yerini de bilmiyorum. Okula kayıt yaptırayım önce diye düşündüm. Ne de olsa hocam 11 de buluşalım demişti bana. Şu çeşmenin başına gideyim dedim biraz serin olur. Olmadı. Suyun üzerinde kulak büyüklüğünde bir sinek gördüm ürperip aynen devam ettim. Camiye gideyim dedim. Nirengi noktası olur, ne tarafa doğru gittiğimi anlarım falan diye düşündüm. Halbuki baya baya anlatıyor navi. Beynim gerileyince teknoloji de gerilemiş gibi olmuş demek ki.

Caminin çevresini şöyle bir dolandım. Yapı her yandan "Ben sağlamım." diyor. Dile gelse bu cami, o dilden ilk dökülecek sözcük "UAAAA!" olurdu bence. Aramızda bir yakınlık hissettim. Sığınılacak bir gölgesi de var romantiklik gibi olmasın. Gerçekten serindi gölgesi. Navigasyonu tekrar anlamaya başladım ve yola koyuldum.

Bu caddeyi ful takip edeceğim ve gitmek isteyeceğim yer sağda olacak ve saire. Yemyeşil tepelere, sık mı sık ağaçlıklara, çevre düzenlemesine, asfalta, binaların Almanya'da rastladığım sade ve güven veren beton rengine hayran hayran bakıyorum. Sonra ağacın birinin altında hareket eden bir havyan gördüm. Dikkatle bakınca "AMMMMMAN DİYİM EJDER ULAN BU!" diye konuştum kendi kendime. Bağırarak değil ama harbiden kamera şakasının son sahnesinde konuşan yahut pişmanlık jestlerini tamamlayıcı sözler söyleyen insanların şaşkınlığıyla.

Bildiğini bu Komodo Ejderi falan denen arkadaş var ya, onun kolum büyüklüğünde bir versiyonuydu gördüğüm hemen koştum o tarafa doğru, upuzun diliyle havayı yalayarak uzaklaştı. Bu ne lan Diskoveri Çenıl gibi diyecek oldum ki bir sonraki ağacın üzerinde bir başka hayvan var. Bunun kuyruğu çok tuhaf. "Allah bu nasıl bir kuyruk? Hiçbir sürüngende böyle birşey olamaz nereye geldim lan ben?" derken baktım ki sincapmış. Neyse biraz sakinleştim. Şaşkınlığım yerini yorgunluğa bırakana kadar yürüdüm.

Navigasyonun söylediği noktada hiçbir bina yoktu. Bir durak geri yürüdüm ve ilk gördüğüm binadan içeri girdim. Artık kafa gidikti zaten bende. RPG oynar gibi takılmaya başlamıştım. Baktım insanlar oturmuşlar sandalyelerde sıra bekliyorlar bir kontuar var vs. Sol tarafa baktım, orda da adamın biri koltuğa oturmuş, bir çeşit diş tedavisi oluyor. Üniversitenin medikosu burası banko. Boş bulduğum bir sandalyeye oturdum ve yanımdaki kardeşe uluslararası öğrenci merkezinin nerede olduğunu sordum doğrudan. Bilmediğini söyledi. Numara vardı, "Ben Malayca bilmiyorum sen konuşsan olur mu?" dedim uluslararası öğrencilerde sık görülen bir ihtiyaç dilencisi tavırla. Hayır "Ulan aradığın yer uluslararası öğrenci merkezi, İngilizce bilmeyecekler mi?" dese adam, löpçük gibi kalıcam afedersiniz.

Ama o, "Benim sıram geldi." dedi elindeki sıra numarasını ve kontuarı göstererek. Hemen geliyorum manasında bir hareket yapıp gidip geldi. Sonra telefonda konuştu benim için. Sonra bana döndü. "Ben bugün boşum. İstersen sana oraya kadar eşlik edebilirim." dedi.

Şimdi şunu bilmek lazım bu noktada. Kampüs dediğin kampüs değil Belgrad ormanı. Hem yeşilin yeşille buluştuğu bir yer olması açısından, hem de büyüklüğü. Harita öyle iki parmakla kaydırarak bitmiyor benim telefon ekranında. Hava sıcak. Adam hasta. Haydaa. Reddedilecek bir teklif de değil. Çünkü vakit sıkışmaya başladı. İlk buluşmaya geç kalmak da istemem doğrusu.

Bu muhabbet çok uzun sürer. Kısa keseyim. Muhammed Shariyal denen adam oğlu adam bena 3 saat boyunca üniversiteyi tanıttı, Hocamın yanına götürdü beni, ben hocamla görüşürken bekledi yine baya bir süre, kayıt işlemlerinin olduğu binaları sırayla tanıttı bana ve bunların hepsi kampüsün bir başka ucunda desem yeridir. Yemekhaneye gittik öğle yemeğine illa "Sana yemek ısmarlayacağım" diye tutturdu. Kuzeyli Kadın'ın ve Sarı Bedeni Daima Mamaya Hasret Olan Adamın evde olduğunu, onlar yemek yememişken yemek istemeyeceğimi söyledim. "Öyleyse onlara da yemek al eve götür benden olsun. Mümkün değil bırakmam itiraz istemem." dedi. 20 ringit tuttu yemek. Neyse ki meyve suyunu sevmediğime inandırdım ve yalnızca su almaya ikna ettim onu.

"Çok yordum seni." dedim. "Yük oldum." diye ekledim. "Olsun." dedi Shariyal. "Ben de senin geçtiğin yollardan geçtim ve bana yardım eden olmamıştı." Allah razı olsun. Ne diyeyim ki ben sana.

Araya birçok şey girdi, hocamla görüşmemi anlatamadım. Onu da ekleyeyim. Siti Norul Huda binti Sheikh Abdullah'ın çok ince bir sesi var. Çok neşeli bir insan. Çok akıcı bir muhabbeti var. Maillerden tanıdığım hocam her ne kadar müşfik de olsa son derece ciddi ve düzenli bir insandı. Sesini duyunca o inceliğe şaşırdığımı söylemem lazım. Çok şeyden konuştuk. Malezya'ya gelmek uğruna neden işten istifa etmeyi tüm gemileri yakmayı göze aldığımdan tutun da Maymunlardan korunmak için takıldığı söylenen pencere parmaklıklarının asıl amaçlarına kadar. Onlar belki başka bir blog post un konusu olur.

Burda asıl söylenmesi gerekeni bana zamanında Mahmud Nawar isimli Mısırlı arkadaşım söylemişti. "Malezya'ya gitmeden önce niyetini tazelemen gerekli. Bunu sakın unutma. Bu çok önemli."

Unutmadım. Ama niyet tazelemek nasıl olur onu da bilemiyordum. Dr. Huda bugün bana "Evini kur ve ailenle rahata kavuş bir an önce. Sonra çok sıkı çalışmaya başlamamız lazım." deyince, niyetimin ne olduğunu hatırladım birden. Allah razı olsun.

Part 2

Saat 2 gibi eve vardım. 2.30 da evden çıktık. Sarı Saçlarında Güneş, Yeşil Gözlerinde Kaygı Olan Mağdur Adamın artık bir arabaya ihtiyacı olduğunu söyledi Kuzeyli Kadın. IOI City Mall a gidilecekti, ama ondan evvel de bir eve bakmamız gerekiyordu. Ulan yine uzun bir gün.

Gittik Grab ev mekanına. 9 dakika erken varmıştık. Kuzeyli Kadın emlakçıyı aramamı istedi. Ben buluşma saatine kadar beklememiz gerektiğini düşünüyordum. 9 dakika sonra aradım 5 dakika sonra geleceğini söyleyen bir mesajla karşılık verdi. Öyle de oldu. Genç bir adam emlakçı. Japonyada Endüstriyel Tasarım eğitimi almış. Akıcı Japoncası olduğunu söyledi. Sanırım 7 sene falan da o sektörde çalışmış. Sonra bu mesleğe dönmüş. Buralarda [2] emlak piyasasının nasıl olduğunu varın siz düşünün.

Ev yeni renove edilmişti ama keşke dağınık kalsaydı denebilecek bir stili vardı. Müstakil bir ev dizisinin ortasında yer alıyordu. Yan ev aslında bir restoranmış. Gündüzleri çalışıyormuş sadece. Evin iki kapısının anahtarı yoktu, o sebeple gösteremedi bazı odaları emlakçı. Ev sahibi yanlış anahtarları vermişti. Emlakçı gülerek özür diledi. Sempatik bir adamdı. Bu küçük hatalar işimize yaradı. Evi beğenmediğimizi söylemeye çekiniyorduk çünkü. Gizli garibanlık var sanırım bizde. Sonra görüşelim tekrar bu odalara da bakalım falan dedik yarım ağızla. O da anladı sanırım durumu çok üstelemedi "Evet haklısınız bu şartlar altında karar vermek zor olur" gibisinden şeyler geveledi.

Geldik işin alengirli kısmına. IOI City Mall çok uzakta. Ben yorgunum Grab yapmak istemiyorum. Adama bir şekilde bizi oraya yakın bir yerde indirir misiniz diyeceğim. Kuzeyli Kadın "Ay nasıl diyeceksin yaa." dedi. Hemen gaza geldim. Çingenelikle de olsa insan karısını etkilemek için hiçbir fırsatı boşa harcamamalı. Söyledim. "Merkezi bir yerlere bırakın bizi yolunuz üstüyse eğer" dedim. Adam şaşırdı. Düşündü taşındı, gitti evi kitledi geldi. Dedi ki "Ya benim bir başka eve gitmem gerekiyor, satılık o eve benim ilanımı asmam lazım. Eğer arabada bekleyebilecekseniz önce oraya gidelim, sonra sizi IOI City Mall a bırakırım." "TAMAM!" dedim "TAMAM ABİ SÜPER EVET" diye haykırdım içimden. Dışarıdan ise Kuzeyli Kadına özgüven dolu kısa bir bakış attım ve "Öyle yapalım madem bizim acelemiz yok zaten." dedim. Sarı Yanaklarını Yediğim Meleğimsi de pelte kıvamına yaklaşmıştı zaten. Arabanın klimasını yeyince kendine geliverir.

Adam dediklerini yaptı ve kapısına kadar bıraktı bizi AVM nin. Girer girmez en küçük üyemize mama, kendimize de Subway den sandviç [4] ayarladık. Sonra araba aramaya koyulduk. Bebek arabası olan ebeveynlere sora sora girdiğimiz ilk mağazadaki uçuk fiyatlarla yıkıldık. [5] 300 ringit indirim kazandıran üyelik kartını nasıl alabileceğimizi sorduk, 100 ringitlik alışveriş yaparsanız olur dediler. Dedik "Bu arabayı alsak, kartı verseniz ve geriye dönük indirim yapsanız oluyor mu?" güldüler. İncindik. "Olsun" dedik. "Madem öyle, 100 ringitlik alışverişimiz vardı bizim ekistradan zaten." Oyuncaktı, şampuandı aklınıza ne gelirse, 103 ringite ulaşınca kadının yanına gittik. "400 ringit ve üzerine üyelik veriyoruz" dedi. Yanlış duymuşuz ilkin. Çıktık ordan.

Köşedeki diğer arabacıya gittik. Ordan 1200 ringite bir tane beğendik. Ama hemen karşısında aynı markanın biraz daha sade bir modeli var. O da 560 küsür ringit. Kuzeyli Kadın'ın yüzü alarm veriyor. Neden üzgün olduğunu sordum. Rengini beğenmediğini söyledi. Harbiden soluk bir bej rengi neden tercih edilsindi bebek arabasında? Terlemiş atlet rengi bu resmen. Kiri pası da belli eder. Döndüm satıcı hanımefendiye sordum. "Başka rengi var mı?" diye. "Siyah" var dedi. Allah seni yaratarak nasıl bir güzellik yapmış bizlere be abla. Kadın hemen kutudan çıkardı siyahı, açtı taktı birleştirdi çekti uzattı derken voila! Kuzeyli Kadın gülümsüyor.

Gidip para bozdurdum ve diğer malzemelerle birlikte teslim aldık arabayı. Sarı Yaradılışı Arabasına Kontrast Yapan Uykucu Kişi de beğendi. Oh. Alles paletti. [6]

Doğruca otele geldik Grabinen. Sonra ev bakmaya devam ettik. Sarışınlığıyla Kendini Affettiren Adam geç yattı. Anne babalık insana hiç birşey katmasa kendi annesine babasına minnet duygusunu veriyor. Yorgunuz. Ama mutluyuz vallahi.


Not: Üniversite ormanında grup halinde gezen maymunlar varmış.
Not 2: Bir dahaki bölümü kısa yapacam söz gitmeyin.

---
[0] Malezya'da trafiğin akış yönü.
[1] Universiti Kebangsaan Malaysia
[3] Bandar Baru Bangi (Yeni Bangi Şehri) de yani.
[4] İki sandviç 1 Fanta 23 ringit. Bence güzel.
[5] 1200 1500 rm ye normal araba alınır neler oluyor
[6] Herşey yolunda gibi bir laf sanırım. İsviçrede söylüyorlar.

107 inci gun : Malezya

Malezyaya yolunuz düşerse günün birinde, karşınıza çıkan ilk kedinin üzerine yürüyün. O da sizin üzerinize yürüyecektir. Geri çekilirseniz ü...