9 Ekim 2017 Pazartesi

Üçüncü Gün : Hastalık



Uyandım. Burnum tıkalı. Boğazımda hafiften acı bir tat var. Sırtım ve boynum alabildiğine soğuk. Klimayı açık bırakıp altına yatmak iyi bir fikir değildi. Ancak, yorgunluğu şuursuzluk seviyesine kadar ilerlemiş birinin yapacağı birşeydi. Ne yapsam diye düşünmeye başladım. Yakınlarda Gateway adında bir AVM var. Eczane var orda, dün gördüm.

Yine eczane kafası. Niye mi? Kuzeyli kadın bana çok üzüldü, sonra yardımcı olmak ümidiyle çantalarda Tantum Verde'yi aradı, bulamayınca daha çok üzüldü. O üzülünce ben üzüldüm derken bir hüzün sarmalı oluşmaması için harekete geçmeliydim. Yoksa Fısfısla şifa bulunduğu nerde görülmüş? "Böyle bir durumda annem ne yapardı?" altın sorusunu sordum kendime hemen.

İlaç poşetimizden Nurofen çıkardım ve iki tane çaktım. Prospektüsü okuduktan sonra, bunu takip eden her 4 saatte bir tekrarlamaya karar verdim. Birkaç saat beklediğim süre zarfında, yanımızda getirdiğimiz ev yapımı kurabiyelerden yapıştırdım. Yemek yemek boğaza iyi geliyor. Ama burun tıkanıklığı için Otrivine kullanmam gerekti. Resmen semptomatik tedavinin dibindeyim şuan. Her semptoma ayrı çözüm.

Saat 10 oldu. Eve su da lazımmış. Sarı Kafalı Koca Yürekli Adamı öpemeden evden çıkmak zorunda kaldım. O da başka bir dert. Bebeği hasta edersem duman oluruz. Hala bağışıklık sistemine dair çoğu şeyi annesinden aldığını sanıyorum çünkü. Zayıf bir sistemi var yani. Öyle çok süt içebildiğini de söyleyemeyiz. Neyse Allah korusun. En iyisi annesini hasta etmek. O zaman annesinin salgıladığı antikorlar sayesinde çocuk kendini garantilemiş olacaktır. Kuzeyli Kadın bu parlak fikre razı gelmedi.

Otelinden dondurucu lobisinden koşarak geçtim. Dışarı çıkmak çok iyi bir karardı. Otelinden gölgesinden çıkar çıkmaz yorgana sarılır gibi sarıldım sıcacık güneşe. Ekvator güneşi hiçbirşeye benzemiyor arkadaşlar. Aydınlık mı aydınlık, sıcak mı sıcak. Öyle öğlen saati falan da değil gerek yok. Öğleden 4 saat evvel bile durum aynı. Çok şükür.

Gateway AVM ye geldiğimde eczanenin açık olmadığını fark ettim. Yandaki giyim mağazalarına sordum, hanımefendiler 11 de açıldığını bildirdiler. Bilmiyorum size hissettirdim mi ama Malezya'da iş hayatında kadınların göze çarpan bir çoğunluk oluşturduğunu söylemek lazım. AVM nin marketine girecektim su almak için. Ama cesaret edemedim. Soğuk fobisi oldu tropikal iklimde resmen. Hemen ayrıldım oradan. Dönüş yolu üzerindeki Helal bakkaldan alayım diye düşündüm küçük esnafın dostu olarak.

O da helalliğin gereği olarak Kuran-ı Kerim açmış dinliyordu. Sular aldım şöyle 3-5 tane 1 er buçuk litrelik yine. Bu defa tanesi 1.5 ringit e ama. Doğru bir tercih olmuş buraya girmek. Eve vardığımda bizimkiler uyuyordu hala. Ben de iki Nurofen daha çakıp yattım.

Sonra terler içinde uyandım. Bir duş aldım. İyi geldi. Sonra bir daha dışarı çıkmaya karar verdim. Bu defa Kuzeyli Kadın ve Sarı Benizli Yeşil Gözlü Yumurta İnsan ile çıktık. Acıkmıştık çünkü. Dün bitiremediği Çin yemeğinden bu yana evdeki üç beş poğaça ile idare etmişti ve açlık Kuzeyli Kadında hızlıca baş dönmesine yol açardı. Bunu istemiyorduk. Sorun şuydu: Bebeği nasıl taşıyacaktık?

Normalde bebeği ben taşıyordum. Ama hastalık işin içine girince durum değişti. O yüzden hızlıca yemek alanına gitmemiz uygun olacak sanıyorum. Bir an önce yer seçip oturursak 10 kg lik bebeğimizin annesine yaptığı basıncı asgari seviyeye çekmiş oluruz. Bu defa Malay restoranına gitmeliyiz. Hem daha ucuz hem damak tadımıza daha uygun yemekler bulmayı umduğumuz için bir Malay Fastfood çusunu tercih ettik. İstanbul Nur Muhammed Restoran'dan bildiğimiz yemekler vardı. Hiç affetmedik. Aşağıda menüyü görebilirsiniz. Bir adet 1 numara bir adet de 2 numara yedik biz.



Dönerken eczane açıktı ama ilaç çok pahalı olduğu ve moralimi bozduğu için o konuya girmeyeceğim. Daha büyük fiyasko da daha sonra Tantum Verde'nin benim sırt çantamdan çıkması oldu. Küstüm kullanamıyorum ikisini de. Öyle zoruma gitti.

Eve gittik yorgun argın. Odamızı cillop gibi yapmıştı sevgili otel yetkilileri. Toparlanmış, temizlenmiş ve eksikleri giderilmiş odamıza sarılıp biraz dinlenmeye karar verdik. Biraz dinlenme yine uykuya dönüşüyordu ama yapılacak işler de az değildi doğrusu. Zaten ben hapşurdukça Sarı Yüzlü Minik Beberolli avazı çıktığı kadar bağırarak ağlıyordu korkusundan. Ulan nasıl bir masumiyet. Bir yandan karnını doyurmaya çalışıyor bir yandan korkudan ağlıyor. Hem de kıpkırmızı kesilene kadar. Dedim ben en iyisi gideyim birkaç iş göreyim. Hastayken bizimkilerin yanında durmamın sayısız dezavantajını ortadan kaldırayım.

İlk aklıma gelenler: Bir defa onlar soğuk arıyor ben sıcak. İkincisi virüsler var. Üçüncüsü Sarı Yanaklı Üzgün ve Küçük İnsan hapşuruklarımdan korkuyor. Çamaşır poşetini alıp evden çıktım. Çünkü sabah AVM ye gitmeden resepsiyondaki delikanlıya sormuştum çamaşır işinin nasıl çözülebileceğini. O da ilerde, Petronas benzin istasyonundan evvel bir laundry var demişti. Poşetle geziyorum.

Elinde içi kıyafet dolu turuncu poşetle dolanmak insanın sahip olduğu bütün karizma bitlerini sıfırlayan bir elektromıknatıs görevi görür. Bunu kötü bir akıbet olarak algılamadan önce şunu dinlemenizi rica ediyorum. Karizmanızı, etkinizi ve müsbet intiba meydana getirme ihtimalinizi öyle bir azaltır ki bu etken, yoldan çevirip soru sorduğunuz insanlar sizin cümle kurabilmenize bile şaşırıyorlar. Bir nevi egzotik bir hayvanı seyreder gibi seyrediyorlar sizi. İnsan hareketlerini bu denli özgün şekilde taklit etmenize duydukları hayranlık, yeni bir tür karizma elde etmenize yol açıyor ki bu da öncekinden çok daha helal, özgürlükçü ve anti-kapitalist bir karizmadır. Teşekkür ederim.

Umumi çamaşırhane ve kahvehanenin füzyonu biçiminde hizmet veren LaundryCafe yi bulmam uzun sürdü. Bunu hasta oluşuma bağlıyorum. Ama uzun sürmesinin de büyük faydaları olmadı değil. Bir defa AVM nin asıl arayıp da bulamadığımız tarafının, arkada, gitmediğimiz tek kısımda olduğunu fark ettim. Teh Tarik Place, Cofee Brinap Barapbaraba [0] gibi şeylerin yanında meraklısına Gloria Jeans Cafe ve Burger King de burada. Merakla içeriye girdim biraz daha, dedim "Çamaşırlar kaçmıyor ya."

Bir de baktım AVM nin Gateway Grocery [1] isimli güzide mekanı içeride beni bekliyor. Tamam küçük esnafın yanındayız ama bu büyük markette bulabileceğimi düşündüğüm nane limon çayını düşününce dalıverdim. İlk karşıma çıkan meyve sebze reyonu oldu. Mangodan, Guavaya, 5 çeşit kavundan Dragon Fruit'e kadar herşey var. Aşağıdaki Dragon Fruit resmi sevgili sıra arkadaşım Mustafa Çetinkaya'ya gelsin.



Çayımı alıp çıktım yine lafı uzatıyorum. Gittim LaundryCafe'de oturdum. Evvela paramı bozuk paraya dönüştürdüm. Sonra gidip birer birer attım yıkama makinesinden içeru. 26 dk o sürdü. Ordan aldım kurutma makinesine attım. 24 dakika da o. Oturupdururken bir adam geldi selam verdi "Sen neredensin?" diye sordu. "Türkiye" deyince alkış, kıyamet. Abi adamlar bizi seviyor ya. Biz de onları seviyoruz. Malezya Türkiye iki devlet tek millet. Ev aradığımı duyunca illa gel bizim apartmana taşın boş yer var birinci katta, al ev sahibinin numarası benim selamımı söyle. Herşey çok hızlı gelişti baktım ikindi kaçıyor orda arka kapının önündeki beton zeminde kıldım. Daha az evvel yağmur yağmıştı ama kupkuru ve tertemizdi yerler. Geri döndüğümde eleman yoktu. Mesaj attım ben eve gidiyom diye. Arkadaş olduk ya resmen ilkokullu bebe hızında arkadaş olabiliyoruz Malezyalılarla.

Tabi çamaşırlarım kurumuş, baktım içerde benden başka erkek de kalmamış. Ful bacılarımızla dolu. İnsan garipleşiyor hiç hemcinsi kalmayınca. Cinsel ayrımcılık hoş değil. İnsanlar kadınlar erkekler diye ayrılmamalı. Yine de 27 yaşında sağlıklı bir babanın ocakta yemeğim var hissiyle eve dönüşü yürek burkuyor.

Tertemiz çamaşırlarla girdim kapıdan. Biraz ıslanmıştım ve yorgundum ama mutluydum da. Günü sıfır sıfır elde var sıfırla da bitirebilirdim ama öyle olmadı çok şükür diye düşünüyordum. Kuzeyli Kadın da Sarı Saçlarına Deli Gönlümü Bağlamış Olduğum Mikro Erkekle oynuyordu. Hemen başıma gelenleri anlattım. Akşama birşeyler içelim dedim. Çok olumlu karşılandı. Her aile babasının düşünü kurduğu şeydir diye düşünüyorum. Çok olumlu karşılanacak tekliflerle gelmek. Çok şükür be ya.

Sonracığıma, tabi Teh Tarik[2] Place e gittik. Bizim adam artık benim kucağımda. Kendimi daha iyi hissediyorum. Kucağımdakinin sesi çıkmıyor özel bir tutuş şekli keşfettim. Boynunu sağ dirseğimin içine alıyorum, öteki kolumu da dizlerini toplayıp altından geçiriyorum Allahına yan bakarak gidiyor velet. Bir nevi gitar tutar gibi oluyor. Çok mutlu ve sakin.

Teh tarik geldi ve içim ısındı. Kuzeyli Kadına marketi gösterdim. Ekmeğin Türkiyeyle aynı fiyatta satıldığını, İstanbul'da bile kolay bulunmayan unlu mamüllerin normal fiyatlara bulunduğunu gördük. Bazı mevzular abartılıyor. Malezya şöyle Malezya böyle diyen kişilerin Bangi ye gelmelerini tavsiye ediyorum. Bir Türk için burada yaşamak zor değil. 2 tane mango aldık.

Eve gittiğimizde Mangoyu yiyecek enerjiyi nereden bulmuş olduğumu düşünüyorum hala. Açlık sanırım doğru cevap. Meyve çok iyi geldi harbiden. Neyse yatayım ben. Yarın yine uzun bir gün olacağa benziyor. Ama daha iyi olacağım inşallah. Ulan Teh Tarik ne güzeldi be.


---
[0] ismi hatırlayamayacağım şimdi.
[1] bu isim de uydurma oldu özür dilerim hastayım
[2] Yoğunlaştırılmış sütle yapılan şekerli bir çay. Efsane.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

107 inci gun : Malezya

Malezyaya yolunuz düşerse günün birinde, karşınıza çıkan ilk kedinin üzerine yürüyün. O da sizin üzerinize yürüyecektir. Geri çekilirseniz ü...