8 Ekim 2017 Pazar

İkinci Gün : Into the Mild



Bir önceki günü anlatırken söylemiştim sanırım; uyandığımda karşıma çıkan ilk şey vücudumun terik dubleti oldu. Patates baskı gibi çıkmışım yatağa. Kuzeyli kadın çıkarmış olduğum ize küçük bir gülümsemeyle bakıyordu. "Çok terlemişsin." dedi. Kendi ve oğlu için pek de geçerli değildi bu. Altın sarısı saçlarıyla yanında duran et yumağı ise bunlardan habersiz 4.5 saattir mışıldıyordu.

Gece bir ara kalkıp birşeyler yapmışım. Hayal meyal Sherwood Gateway Hotel i ayırtmak için butona bastığımı hatırlıyorum. Parasını [1] falan da öyle. Filmlerde insanlar, sarhoşken aldıkları kararlardan pişman oluyor. Umarım bizimki de öyle olmaz.

Bulunduğumuz Eco Hotel Putra Kajang a verdiğimiz üç gecelik paranın [2] bir kısmını geri alabiliyor muyuz acaba? Bir de istesek biraz şampuan verirler mi? Hiç değilse Grab i nasıl kullanacağımızı göstertme bahanesiyle biraz bilgi alsak. Bu arada Grab, Uber'in güneydoğu asya versiyonu.

Kafamdaki soruları kuzeyli kadınla paylaşmadan evvel o benimle oğlumuzun ayacığında bulduğu küçük bir aksaklığı paylaştı. Sol ayak başparmağından çok küçük de olsa bir sarı sıvı sızıntısı vardı. Başparmak kızarmış ve hafiften şişkinleşmiş olmasa farkına varmazdık muhtelemen. Tırnak batmasına benziyordu. Elimizdeki son gazlı bezle akıntılı bölgeye biraz Batticon tatbik ettik. Tedarikli olmak güzel. "Bu tırnağı kesmemiz gerekir." dedim kuzeyli kadına çok biliyormuşum gibi. "Diğer otele kadar bekleyelim mi?" diye sordu. Bunu yaparken biraz tedirgin biraz da tiksinen gözlerle banyoya bakıyordu. Musluk suyundan gerçekten tuhaf bir koku yayılıyordu. Yoksa el sabununa benzeyen mavi sıvı kauçuktan mı? Çok düşünmemek lazım. Pozitif olmak lazım! ^^

Odadan ayrılıp resepsiyona gittim. Bu defa bir Malay kardeşimiz vardı resepsiyonda. İsmi Dani imiş. Güleryüzlü, cana yakın bir eleman. Sohbet muhabbet. Evvela şu bizim parayı geri alabilme işini sordum. "Patronum burada değil gelince soracağım." dedi. İyi. Şampuan işini sordum, geçen bölüm anlattıydım sanırım, replay olsun. Şampuan parayla birader <3 Gazlı bez sordum, tabi İngilizcesini [3], Malaycasını [4] bilmediğim için Google Translate senin Images benim yaptık birşeyler. "Haaa" oldu tabi Dani. "Burada yok." manasında birşeyler geveledi.

Borneoluymuş. Güneyde kalıyor Borneo. Kırsaldan gelen insanın tevazusu samimiliği var öyle kurnaz bir tip de değil. "Ben size taşınırken yardım ederim" dedi. Harbiden taşınmak olacaktı bizimki 70 kilo bavulla. O da ayrı hikaye. "Grabden beraber geniş araba çağırırız." dedi. "Bütün bavullarınızın sığacağından emin oluruz".  Ama eczane nerde bilmiyor. Gittim kuzeyli kadına haber verdim önce yenilikleri, sonra plan yaptık, ben eczane ve kirliler için poşet arayacağım, o da odamızı taşınmaya hazır hale getirecek.

Part 2

Eczane yok, ama 99 market var dedi tabi. Hani şu dün bulamadığım. Biraz daha tarif ettirdim. Daninin kısmetine buldum mekanı. Biraz da gündüz olmasından ileri geliyor başarım diye düşünüyorum. Çünkü bir aydınlık aldı ortalığı kardeşlerim. Ama yok böyle bir aydınlık. Ekvatora güneş ışığı dikine geliyor gerçekten. Televizyonun rengini ışığını coşturmuşsun gibi oluyor. İnsan bir enerjiyle doluveriyor.

O enerjiyle gezdim 99 marketi. Kasaya varana kadar maalesef hiçbir ecza malzemesine rastlamadım. Kasaya geldim, İngilizce konuşmaya başlayınca selamımı dahi almadı bacımız. Baya baya kestirip attı "Bizde yok o telefonun ekranından gösterdiğin herzeden." der gibi. Halbuki Gripin türü birtakım ilaçlar vardı, neyse.

Çıktım devam ettim gezinmeye, önüme çıkan müslüman tipli insanları darlamaya başladım. Burda illa bir eczane olmalı diyorum. Bir yerde Hindistan kökenli abilerimiz yardımcı oldular sağolsunlar, bak şurdan şöyle git sonra böyle falan hani vardır ya o kafasının içinde pusula olan cyborg adamlar, beni onlardan sandılar herhal. Boş bakışlarımdan mesajı almış olacak ki bir tanesi, yanındaki ince uzun ufaklığa "Hey Abdullah! Brinap bap bara bangul dagıl mkana berhabadi."  gibi birşeyler söyledi. Çocuk bana bakıp kafayla işaret yaptı gidelim gibisinden, ayrıldık ordan.

Çok uzattım ulan bu partı. Neyse bizim oğlan fotoğrafta görünen yere gelince kapının önünden bir terlik aldı ve ilk gördüğü çocuğun kafasına fırlattı. Karate kursu gibi birşeyin önündeydi bu dediğim çocuk. Kocaman açılmış gözlerle şaşkın şaşkın bakıyor bize, biz devam ettik. "Hey yapma lan öyle şeyler" tarzı birşeyler dedim. Akran zorbalığına karşı olduğumu anlatamadım. "Geldik, burası" falan dedi çocuk gülümseyerek. Baktım daha önce geldiğim bir Hintli kliniği. Hayda. Yukarıdaki fotoğrafı çekindik sonra yolladım bücürü.

Geri döndüğümde kuzeyli kadın herşeyi hazırlamıştı, ben ise poşet istediğini unutmuştum. Şaşırmadık. Geri döndüm ve Dani'den poşet istedim iki tane büyük. Kirlileri koyduk sonra o poşetlere ve hazırdık. Birer ikişer 70 kiloyu taşıdım resepsiyona. Artık iki kat aşağı taşıması kalıyordu bir tek. Bir de Grab tabi. Dani sağolsun önceden indirmiş olduğum app i açtı, yeni otelimizin ismini girdi ve butona bastı. Araba biraz dolandı diyebilirim, en azından app in içinde açılan navigasyon ekranı öyle söylüyordu ama sonunda doğru yola girdi. Biz de yavaş yavaş indirmeye başladık bizim valizleri bavulları.

Bir 35 kiloluk eşşek leşi bavulumuz var, onu ben aldım yazıktır diyerekten ama Dani neredeyse diğer bütün bavulları taşıdı. Allah razı olsun senden Borneo'nun koca yürekli Malayı. Çinli taksicimiz de Dani'yi hiç aratmadı. Allah hidayet versin pırıl pırıl bir adamdı o da. Güler yüzlü. Bizim küçük sarışın adamı görünce zaten mest oldu "Oh çok tatlıı" deyip durdu.

Herşeyi yükleyince aklıma geldi kuzeyli kadına "Araba geldi, hadi binek gidek" demek. O da bizi beklerken uyuyakalmış yazın sıcağında. Burası hep yaz di mi pardon öğlen sıcağı diyeyim. Hasılı yukarı çıktım telefonu açmayınca uyandırmaya. Nereden aklıma geldiyse "Ohooo ooo" falan dedim bebeğin giyinik olmadığını görünce. Kuzeyli kadın bir bakış baktı, hiddetle nefes aldı ama vermeden hemen çıktım odadan.

Taksici hem malları yükledi, hem de kontağı çalıştırdı bekliyor. Dedim "Abi senin beklediğin zamanı benim ödemem lazım." falan, Anneannemi hatırladım sonra. O da hep İsviçre'de işçiyken Türk dürüstlüğüne insanların şaşırarak kendisini övdüğünden bahsederdi. "Ama ben alamam ki o parayı napayım. Çocuklarımın kursağına mı girsin o para?" derdi. "Frau Kalender başkası olsa kattiyyen getirmezdi o paraya geri!"  diyen Frau Meyer e cevabını anlatırken. Neyse adam "No! Noo!" diyor. Bizimkiler gelmiş oldu o arada.

Uzunca bir yolculuk yaptık. 9-10 km, 25 dk sürdü yine Malay hızıyla. Adamlar trafikte acele etmiyor azizim. Hani bizim memlekette hız sınırı 30 50 falan der ya böyle sürreel tablolar vardır yol kenarında. Onlarda reel olmuş işte onlar. Otobanda bile yavaş gidiyorlar hayret edersiniz. Güzel de oluyor 15 dk geç varsan ne olacak. Zaten Grab de öyleymiş. Sabit fiyat var, makine yolcuğuna bir bedel biçiyor. Şoförün fazlasını isteme, yolcunun azını verme gibi bir durumu yok. Bizim yolculuk mesela yanlış hatırlamıyorsam 12 ringitti. Adam baya dolandı etti ama yine 12 istedi. 2 ringit de ben ekledim. Sonra Annanemin "Avrupa'nın hiçbirşeyisine özenmedim." şeklindeki tavrına teşekkür ettim içimden.

Part 2

Geldiğimiz yeni otelin önünde izdiham vardı. Okullara öğrenci alımı günüymüş. Malezya'da yüksek eğitim dediğimiz olay bir sektör. Herkes bir şapka yahut kravat ya da ne bileyim bir gömlekle o gün hangi okulun kafilesinden olduğunu anlatan bir üniforma giyiyor. Herşey dahil tatil organizasyonu gibi toplu olarak gezip yerleşip kaydoluyorlar herhalde. Bizim gibi DIY cılar azınlıkta sanırsam. Neyse ensemiz kalın.

İçeri girdim ve kalın ensemi uzatıp resepsyondaki hanıma "Bavullarımı taşıyacak bir yiğit arıyorum." şeklinde seslendim. Bavul değil gayrımenkul şimdi. Şimdi al 1 yıl sonra ödemeye başla. Kadıncağız demesin mi "Benim şimdi hiç elemanım yok yukarıda bir toplantı var, oraya gittiler hizmet vermeye. Ben yardım ederim size vs." Hayda. Neyse 450 ringit depozito aldı benden makbuzlu. Birden merhametim kendime yönelmiş olacak ki kadının trolley i alıp bizim bavulları yüklemeye koyulduğunu hiç görmemişim bile. Zaten bizim sarışın kralı elden ele dolaştıran kadınlar ve çocuklar sardı etrafımı o ara iyice görüş açım kapandı.

Koştuk yükledik ettik derken odamıza kadar eşlik edecek delikanlı da geldi. Kontrol etmekte hayli zorladığım trolley i ters çevirdi ve çekerek götürmeye başladı. Ben de yüksek mühendisim diye dolanıyorum yazıklar olsun. Kuzeyli kadın gülme lütfen.

Odamız inanılmaz büyük, temiz, konforlu ve tam teşekküllü. Serin, ama iki tane de klima var. Bir de öncekine kıyasladığımız için kendimizden geçiyoruz uzun uzun konuşuyoruz odanın iyi yanlarını. Odayı dinliyorlarsa fiyatı yukarı çekmek isteyebilirler. Olsun öderiz öyle hoş ki, adımımı atar atmaz kısa bir hesap yaptım buranın aylığı son ne olur diye ama yavaş gel kadar da değil.

Sevgili oğlum sarışın et adam, otellere gelince şımarıyor. Kalitesi, genişliği konumu fark etmiyor çenesi düşüyor. Agu, auvuuu, ouuggauuuvv aaa diye başladı mı susturabilene aşk olsun. Sevimlilikten kafayı yedirtiyor bir noktadan sonra ısırmamak için yastıkları ısırmalar başlıyor. Yanakları sıkmamak için dişlerimden olacağım. Tam kıvamında yoğrulmuş bir ekmek hamuru var yanak yerine kendisinde. Görseniz bana hak verirdiniz. Maşallah oğluma. 10 saat uçtu, iki otel gördü, ağladığı sızladığı yok hala. 6 aylık olacak 5 gün sonra kendisi.

Bu arada hocama mesaj yazmıştım, "Ben Malezya'ya geldim, çoluk çocuk burdayız, emir ve görüşlerinize hazırım komutanım." babından. Annemin dayanılmaz ısrarlarına boyun eğip, "Ev arıyoruz hocam, şu site nasıl güvenilir midir?" gibi konu dışı, istendiği takdirde çok güzel terslemelere zemin teşkil edebilecek sorular da sordum.

Siti Norul Huda binti Sheikh Abdullah ama o işte. Bu hocaya nasıl niye bu kadar güvendim ben de bilmiyorum. Ama işten istifa ettim, dizi kırıp birşeyler öğreneyim diye Malezyalara kadar geldimse, sebebi Dr. Huda'nın bana "Esselamu aleyküm ve rahmetullah. Başvurunuzu değerlendirmek benim için bir mutluluk vesilesi olacaktır. Sizden bir araştırma teklifi yazmanızı rica edeceğim." şeklinde yazıp, 3 dakika içinde gönderdiği ilk cevap mailidir. O maili çerçeveletip asayım bir yere bir ara.

Dedim ya kraldır diye, kraliçe deyince olmuyor çünkü maalesef aynı hissi vermiyor. Hemen cevap yazmış yine. "O site iyidir" demiş, "Al bu benim bir öğrencim, ara bu arkadaşı, sana yardımcı olacak. Şu apartmana da bak." diye eklemiş. Teşekkür edip aradım bu elemanı. Akşama bekliyorum dedi. Yattık uyuduk. Gün bitmiyor arkadaş yeter. Daha AVM de yediğimiz yemeği anlatacaktım ama olmadı. 38 ringit'e Çin lokantasından iki kişiyi doyuracak yemek alınıyor onu diyeyim hiç değilse.

Part 3

Akşam oldu. Bizim sarı adama yemeğini yedirdik ve çıktık evden. Taman Sepakat diye bir bölge var önceki otelimizin olduğu yere yakın.  District 9 dan hallice bir yapısı var. Böyle göğe kadar uzanan Çin usulü TOKİ ler var ya, onlar yanında müstakil ev gibi kalır. Bildiğin açık hava mahpusu tarzında çık çık bitmeyen siteler yapmışlar. Bir katında 10 daire. Oraya da Grab ile gittik. Atheer in evine bizi götürecek olan şoför kardeş bir türlü gelmek bilmedi. En son arayıp "Müsait değilsen gelme birader." dedim kibarca. Geldi.

Otelin kapısından yolun yarısına kadar pek konuşmadık. Zaten Türkiyedeniz deyince "Arap ülkesi di mi?" dediği an bir puan kaybetmişti, bir de söylediğim basit bir sözle dalga geçip gülmesini kaba buldum. Ben gülmedim çünkü. Arkadaşım da değil nihayetinde. Bastım eksiyi app den zalıma sonuç olarak.

Atheer'in evine vardığımızda ruh daralmasından baygın hale gelmiştik. Kuzeyli kadının astımı var, o gelemez böyle şeylere, tuhaf mimariler basar onu. Ama bu bina beni bile darladı açıkçası. Arap kardeşler aşırı tatlı adamlar. Biri Felluceliymiş, öteki Kerküklü. "İkisini de biliriz." dedim. "Felluceliler esaslı adamlardır, Amerikalılar orada aylar ve tümenler harcadı. Televizyondan takip ederdik biz." Gülümseyip gururlanmış gibi yaptılar ama, hıyara bak biz orda can verelim sen maç gibi izle demişseler içlerinden, ona da hakları vardır. Yine de 2003 tezkeresinin reddi münasebetiyle Fellucelilerle aramızda bir kardeşlik vardır anlayışla karşılarlar.

Siyasete girmedik tabi ki. Daha çok etnik unsurların birbirini gömmesi şeklinde geçti konuşma. Arapların dayanışmasının hayatı ne kadar kolay ve güvenli kıldığı anafikri çevresinde cümleler kuruldu. Çay ikram ettiler, Samir diye bir başka Iraklı kardeşle de tanıştık. Çok kafa çocuklar. Arapları oldum olası severim, cana yakındırlar, bonkör ve misafirperver olurlar. 1000 senelik komşusunu sevmez mi insan? AMA bu nasıl bir mimari arkadaş bu binada nasıl mutlu olabiliyorsunuz? Bütün camların parmaklıkları var demirden. "Bunlar niye?" diyorum. "Maymunlardan korunmak için." diyor. Abi maymun korkusuyla hayatı zindan eder mi insan? Samir lafa karışıyor "Yalnızca maymunlar değil" diyor. "Hırsızlar da var. Nijeryalılar, Hintliler var." abi 10 uncu kat burası ya. Neyse en son çocuklar aşağı atlamasın diye yapıldığını anlattılar o mantıklı. Mantıksız da olsa biz dinleyici olarak geldik ikna çabamız yok. Bilgi edinmek esas şuan. Çay güzeldi. Kuzeyli kadın içmedi. "Niye içmedin?" dedim. "Soğudu." dedi haylaz bir gülümsemeyle. Suçunu biliyor ama üstüne gitmeyeceğim. Çünkü iyi bir kocayım ben. ^^

Çok çalışkan adamlar. Ev baştan aşağı makalelerle dolu. Okuyan tipler maşallah. Hepsi de bilgisayarcı. Aslında beraber kalsak birbirimize çok yardımımız dokunur ama öyle olmayacak diye seziyorum. Dr. Huda'nın bana gönderdiği diğer numarayla henüz iletişime dahi geçemedim. Zira o da aynı sitenin karşısındaki sitede oturuyor. Karınca filmi çok beğenilmiş ikinci bölümünü çekmişler gibi.

Geri dönüşteki sürücümüz bir Malaydı. Malaylar tanımayı en çok istediğimiz grup olduğu için ayrıca sevinçliydik. Müslüman şoför hemen Erdoğan'ı ne kadar sevdiğinden bahsetmeye başladı. "Bizim de bir Erdoğan'ımız vardı ve o zamanlar herşey çok güzeldi. Şimdi işler kötüye gidiyor. Yozlaşma, yolsuzluklar almış başını gidiyor." dedi sevgili Mohd. Mohd kelimesinin anlamını sordum. Tahminimde yanılmamışım : Bizdeki Mehmed gibi onlar da Muhammed (Sallallahualeyhivesellem) in kısaltılmışını yapmışlar kendi dillerine katmışlar. Güzel olay. "Erdoğan da seni seviyor." dedim. "Sizinkine ne oldu?" diye sorunca. "Yaşlanıp emekli oldu. 83 yaşına gelmişti." dedi. Bizim Erdoğan'ın da ne kadar yaşlandığından, bu işlerden eli eteği çekecek yaşa gelmiş olabileceğinden bahsettim. Çünkü 65 falandır belki yaşı ama, bir kere yakından görmüştüm 2013 te, adam çok yaşlı duruyordu 70 den aşağı demezdim o an sorsalar.

Taksiciyle siyaset konuşmak adettendir, memleketimizin güzel olduğunu, ama çevremizdeki savaşlardan bir başımızı kaldıramadığımızı falan anlattım. Sonra ev arayışımızdan dem vurdum. Adam hayırlı bir adammış bir dizi kanaatini ve engin bilgilerini paylaştı bizimle Bangi'nin emlak piyasasına dair. Yabancılardan çok hoşlanmadığını, asli unsur olan Malayların bulunduğu yerlerden şaşmamak gerektiğini düşündüğünü anladım. Tabi bunu bana söylemesi enteresan biraz ama Malaylar Türklerle birçok konuda birbirlerini denk görüyorlar anladığım kadarıyla. Bana göre hava hoş. Ben de Malayların arasında yaşamayı tercih ederim. 4 5 sene kalıp tek cümle Malayca öğrenemeden dönsem üzülürüm. Bizim sarı adam da öğrenmiş olur malayca gözleri de çekik biraz zaten. Yakışır kerataya "Aguuu selamat pagiii*" diyerek odaya koşar.

Eve geldiğimiz gibi bayıldık. Şaşırmamışsınızdır.

Not: Yazı çok uzun oldu redakte etsem yetişmez idare ediniz selametle kalınız.

---
[1] 2 Gece, 318 Ringit
[2] 3 Gece, 264 Ringit :(
[3] gauze
[4] kain kasa
[5] günaydın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

107 inci gun : Malezya

Malezyaya yolunuz düşerse günün birinde, karşınıza çıkan ilk kedinin üzerine yürüyün. O da sizin üzerinize yürüyecektir. Geri çekilirseniz ü...