18 Ekim 2017 Çarşamba

Beşinci Gün : Ev



Geç yatmıştım ama şükür erken kaldırıldım. Kuzeyli Kadın beni uyandırırken "Hadi hem bak sen dememiş miydin? 'Az uyumamız lazım. Böyle belki bir ay uyumadan geçireceğiz zorlanacağız biraz.' diye?" geliştirdi argümanını. Böyle insanın cevapsız kaldığı kontrpiye anlarında fark ediliyor aslında evliliğin nasıl bir karar olduğu. Hakkımda çok şey biliyor bu kadın. İstese hepsini aleyhimde kullanabilir. En iyisi onunla çok iyi geçineyim. Hemen fırladım yataktan.

"Aslan kocacım, kaplan insan" benzeri babalamalar duyuyorum. Durum ciddi galiba. Dönüp soran gözlerle baktım. "Saat 11 e randevu aldım emlakçıdan" dedi. Sabah kahvaltı da yapacaktık. Bu demek oluyor ki biraz sonra çıkmamız lazım. Olsun güne erken başlamış sayılmayız bile aslında.

Emlakçı değil de "Private Seller" [0] dedi. Burada şöyle bir durum var. Mudah.my diye bir site var. Alayına giderli bir site. E-ticaret hususunda aklınıza gelebilecek herşeyi yapıyor. Araba, ev, kulaklık, bebek bezi ortaya karışık. İyi de çalışıyor. Emlak için özelleşmiş sitelerden alamadığımız randımanı buradan aldık diyebilirim. Bu konuda kanaatime hiç tereddüt etmeden kıymet verebilirsiniz, zira 3 günde en aşağı 25 emlakçıyla irtibata geçtim.

Ama voleyi benim uyumamı fırsat bilip bilgisayarın başına geçen Kuzeyli Kadın vurdu. Bir de benim ağzımdan konuşmuş ev sahibiyle. Utanmasa "Karım duymadan şu ev işini halledelim çok dırdır yapıyor bilgisayarı hiç bırakmıyor, çok birşey beceriyormuş gibi önüne gelen emlakçıya mesaj yazıyor ama kellim kellim la yenfa." diyecek olmuş. Neyse ki şizofrenik bir durum ortaya çıkmadan çözüldü mevzu. Evi görmeye yine Grab yaparak gittik. UKM ye 10 km.

Grab şoförümüz yine dünyalar tatlısı bir Malezyalı kardeşimiz. Sanki bu adamlara biri bebekken bir aşı yapmış insanlara her gördükleri yerde gülümsesinler, arkadaş olmaya çalışsınlar diye. Tabi bilmiyorum herkese karşı böyle olup olmadıklarını ama bilhassa "Türkiye" cevabını verince "Neredensin?" sorusuna, akan sular duruyor. Çok da samimi bir kardeşimizdi. Hemen "Politikadan hoşlanır mısın?" diye sordu. Haha. Bu doğru cevabı itiraf niteliğinde olacak bir soru. Çevresinden dolanarak cevap vermeye gayret ettim.

"Türkiyede politika sevenler arasında kavgaya neden olduğu için çok dikkatli konuşulur ama taksiye binince politikadan bahsetmek adettendir." diyorum. İyi kıvırdım yine. Çok da hoşuna gitti. "Haha. Napalım bizim meslekte sağda solda trafik çıkıyor, uzun yol oluyor insan konuşacak bir konu arıyor." dedi gülümseyerek. "Nasıl buluyorsun peki Türkiye'yi?" diye sordu. Ekonomik, siyasal, sosyal açıdan ortaya karışık bilgiler istiyordu, ya da ben öyle anladım.

Biz çok geniş insanlar değiliz Türk milleti olarak. Gerilim, cehd, kaygı, mücadele, hırs, merhamet. Ne kadar yaşlandıran his ve huy varsa bizde birikmiş sanki. Türklükten sebep, böyle bir soruyla karşılaştığımda aklıma asla iyi şeyler gelmiyor benim sanırım. Ama Deniz Baykal'ın muhalefet lideri olduğu zamandan bir hadise üzerine, "Yurtdışında hükümetin elini zayıflatıcı açıklamalar yapmaktan kaçınmak gerektiğini, bunun gençliğinde büyüklerinden görmüş olduğu bir şey olduğunu" anlattığını hatırlıyorum. Bu bir refleks oldu zamanla bende de sanırım. Türk vatandaşı olmayan birine  ters giden işlerden bahsedesim öyle kolay kolay gelmiyor gerçek ne kadar acı olursa olsun.

Adam uluslararası siyaseti bir dünya kupası edasıyla anlatıyor. Komünistlerle Ruslar ittifak halinde, Çin Sri Lanka'dan birkaç ada satın aldı, sol kanattan Japonya koptu geliyor, ilerde Avustralya boşa çıktı, İngiltereden sinsi ve derinlemesine bir paaas son anda Türkiyee. Şeklinde anlatıyor. Ben de gaza geldim. Hemen 2003 teki mart tezkeresinin reddini anlatmaya başladım. "Amerika'ya 30000 bin kayıp verdirdik sınırlarımızı açmayarak, akılları sıra bizim topraklarımızdan geçerek müslümanları katledeceklerdi. Kahramanca bir karardı." diye girdim söze. "Madem uçak gemileriniz, sonsuz sayıda üstleriniz var, gidin başka yerden saldırın abi. Bizi komşumuzla niye papaz ediyorsunuz dedik bir manada da." dedim sonra. Korkarım ben daha baya uzun bir süre bu emsali görülmemiş başarımızı  anlatacağım. Olsun gurur verici.

"Evet evet! Müslümanları korumalıyız. Onları kimsenin eline bırakamayız" dedi adam. Ulan içim burkuldu be. Kimlerin ellerine kimleri bıraktık en iyisi hiç derinleştirmeyelim bu konuları daha fazla. Neyse geldik çok şükür. Elhamdülillah salamat. [1]

Güvenlik çok sıkı. Bunu beğendik bir kere. Ev okula ve havaalanına yakın ama Kuala Lumpur a uzak. Bunun gibi birçok özellik vardı tabi baktığımız. Evi bize gösteren kişi ev sahibinin bir arkadaşıymış. O da şeker gibi bir abimizdi. Bir Malay klasiğiydi adam. Hemen kanımız kaynadı vallahi. Evi de beğendik. Tutuyoruz abi. Daha neyini bekleyelim ki.

Bir iki tane  vardı gözümüze takılan. Onları da ev sahibi halletsin diye rica ettik kırmadılar. Genel olarak kırmıyorlar Malaylar zaten. 1100 ringite anlaştık 1400 feet karelik [2] ev için. Güzel çok şükür. Bir yerleşelim, düzeni kuralım. Sonrası bayıraşağı inşallah.

Sonra okula kayıt olmak var sırada. Sonra oturum işini halletmek. Sonra bir araba alırız 3500 ringite. Sonra elimiz bollaşınca bir motosiklet. Bak bu da olursa bir de gopro cinsinden bir kamera alırım ormandan ormandan giderim.

Tabi evi tuttuk da, bir de buraya taşınması var. Size biraz da sağından solundan bahsedeyim evin. Bir kere salonla mutfak bitişik. Arada öyle kapı falan yok bizdeki gibi. Ama bir mutfak fanı var, böyle restoranlarda olur ya hani aspirasyon amaçlı. Öyle. İkincisi tabi birçok Malay evinde görebileceğiniz bir dekor : Demir parmaklıklar. Daha hoş gelsin diye kulağa, ızgaralar diyor evi kiralayan Malay abimiz. Sonra mutfaktan bir tuvalete kapı açılıyor nedense. Tuvalet bolluğu var evde zaten onu da belirteyim.

Yine Malezya'da sıkça karşılaşılacak bir şey burda da mevcut. Yerler daima fayans. "Soğuk olur, halı lazım olur." falan demeyin zira burada halı kullanılmıyor ekseriyetle. Ve fayanslar yanıyor. Onun dışında bir Malay olayı daha : Bu bilardo salonlarındaki tepe pervaneleri var ya hani, ismini hiç bilmiyorum. Onlardan her odada var. Salonda iki tane var hatta. Lambanın düğmesinin yanında beş ayarlı bir de pervane düğmesi oluyor hatta. Darlandın mı 5 e veriyorsun helikopter gibi dağıtıyor ortalığı.

Ev anlatmakla bitmez sonuçta ev bu. Ama şunu belirtelim. Boş bir eve çıkıyoruz. Buralarda ancak zenginlerin yaptığı birşey bu anladığım kadarıyla. O sebepten kritik bir dönemeçteyiz diyebilirim. Hızlıca eve dönüp dinlenmemiz ve sonra eşyalarımızı toparlamamız gerekecek. Sonra gidip Sarışınlığı Bebeklikle Kombine Edip Gönüllerde Taht Kuran Adam a bir yatak almamız gerekecek. Ve tabi kendimize. Yoksa fayansta yatarız ve bunu da hiç istemeyiz.

Zamanımız çok olmadığından Ahmad Hoca'nın bizi arabasıyla eve bırakma nezaketini gösterdiğini ve anlaşma şartlarından bahsettiğini aktarıp bu kısmı kapatmam lazım dostlar.

Part 2

Eve geldiğimizde bitmiş suretteydik. Bir gün öncesinin derin uykusuzluğu da vardı tabi. Uyandığımızda ortalık kararmıştı, Kuzeyli Kadın'a söz vermiş olduğum üzre Otelin yanında sonradan keşfetmiş olduğum güzel malay restoranına gittik yine. Yediğimiz Malay yemekleri giderek güzelleşiyor gerçekten. Bu defa Nasi Lemak dan Ayam Goreng [3] yedim.

Marketten bugünümüz ve yarınımız için alışverişler yaptık gidip sonra. Benim hiç aklıma gelmezdi, ama baya bir temizlik malzemesi aldık. Türlerine, markalarına, fiyatlarına hiç bakmadım. Gereken yardımı yaparım ama karar mekanizmasında yer almam. Herkes bildiği işi yapmalı değil mi? Fırçalar, viledalar bizim ordakilerin aynısı aşağı yukarı.

Metre aldık, o da aklıma gelmemişti. Evi ölçüp eşyalarımızı ona göre alacakmışız. Laf aramızda bu bizim kendi eşyalarımızla sıfırdan düzeceğimiz ilk evimiz olacak. Iğdır'da geçici bir ev kurmuştuk vakti zamaniyle, oturmak nasip olmadı pek. ~Bir senelik evliliğimiz sonunda bir çatıya kavuşuyor diyebilirim. Onun verdiği bir azim var, yoksa bu kadar iş korkutuyor olurdu belki de.

Eşyaları otelin lobisinden geçerek asansöre götürürken resepsiyondakilerin bakışlarından kaçınmaya çalıştım. Tuhaf göründüğünden değil, "Ah ne güzel, taşınıyor musunuz? Hımm oh ne hoş, falan" diye başlayacak bir sohbeti sürdürmeye takatim olmadığından.

Sarılığını Bozdurmaya Gelmeyen Tombik kişi bir türlü uyuyamadı gece boyunca. Yatağa dokunduğu anda ağlamaya başlıyor. Tam gecesini buldu. Eşyaları toplamak, taşınmak gibi birçok uzun işin içerisinde ömründe ilk defa bir geceyi uykusuz geçirdi. Bildiğim bütün türküleri söyledim. Dua ettim, bildiğim surelerden okudum. Kuzeyli Kadının bu şartlar altında nasıl bir halde olduğunu anlatmama gerek yoktur sanırım. Korkmaya başladım.

İnşallah herşey güzel olacak ama. Şu gözlerimi bir kapatayım hele.


Not : Bu yazıyı kaleme almaya başladığımda Deniz Baykal hasta değildi. Geçmiş olsun.
---

[0]  Ev sahibi yahut ona vekalet eden kişi rolündeki satıcı.
[1] Mısırlı bir arkadaştan öğrendiğim kadarıyla "Çok şükür vardık" anlamında arapça cümle.
[2] 130 m2
[3] Sütlü Pilav ve Kızarmış Çıtır Tavuk gibi bir yemek.

10 Ekim 2017 Salı

Dördüncü Gün : Jurassic Park



Pazartesi, yani büyük gün geldi çattı. Bundan uzun zaman önce başlayan Malezya'da tahsil maceramın Malezya ayağının başlama zamanı. Ve ben hala hastayım. Kafam davul gibi ve boğazım kuru. Burnum ilk fırsatta havlu atmış olacak. Nefessiz kalmak da öyle pek iyi gelmiyor öteden beri. Neyse iki tane Nurofen çakalım. Çok ses etmeden yola koyulalım.

Hocanın yanına gideceğim hafiften heyecan var. Üniversitenin ilk yılında Kanal D'ye İsmet Özel'i konuk etmişlerdi. Ben ilk programın tekrarını izlememiştim. Ahmet Turan Alkan ile olanı hani. Alevilik üzerine konuşulacağını söyledi arkadaşlar. Kendi sesinden "Alevilik İlkelliktir!" dediğini duyduğumda çok şaşırdığımı hatırlıyorum. Tavır tamam. Jestler mimikler bakışlar hepsi tam bir cengaver. Kafaya vura vura konuşuyor tam beklediğimiz gibi. Ama onca kitabını okumuşum hep böyle kalın sesli hayal etmişim ya, "ilkel" derken çıkardığı "i" ve "e" nin tizliği hiç kulağımdan gitmiyor, ona çok şaşırmıştım. Felaket gaza gelmemize engel olmamıştı bu ayrıntı, o başka. Etüt arkadaşım Çağrı, "Eski komünistlerden sesi kalın olan kim var ki abi?" demişti. Kalın sesliliğin de ideolojisi oluyormuş herhal. Bunları anlatmamın sebebine geleceğim tahmin edemeyenlerden sabır rica ediyorum.

"34 dakikalık bir yürüme mesafesi, saat 9 da evden çıkan sağlıklı bir insan için çok mesele değil" diye düşündüm Google Maps e bakınca. Yanımda kadın yahut çocuk olmayınca ulaşıma çok fena pintileşebiliyorum. 3-5 liradan tasarruf için ölümcül mesafeler alabiliyorum var bu. Ama bu pek de öyle değil. 2.5 km var yok. Herşey yolunda gidecek eminim.

12 dk sonra.

Öğlene daha 4 saate yakın var. Ama güneş tam tepemdeymiş gibi hissediyorum. Son 4 dakikamı otostop yaparak geçirdim. İşe yaramayacak. Yola devam edeyim en iyisi. Heh. İlerde bir araba durdu. Serap değil. Evet bir Perodua sola çekti. [0] Beni almak için durduğuna inanasım pek yok aslında. Ama deneyeyim şansımı.

Yanına vardım ve pencereden şöyle bir baktım sanki içinde biri var mı merak etmişim gibi. Yoksa Otostop gibi bir niyetim yok yani. Adamcağız telefonunda birşeylere bakıyor. Beni gördü. Başımla selam verip ilerledim. Nasip. Ama o da ne. İleride bir daha durdu. Ön kapının penceresinden içeri atlamamayı güç de olsa başardım. Yavaşça arabaya binip "Selamaleyküm." dedim müteşekkir bir gülümsemeyle. "Nerelisin", "Maşallah!", "Erdoğan?", "UKM" [1] gibi birtakım anahtar kelimeler seçebiliyorum şuan hafızamdan konuşmaya ilişkin. Başıma güneş geçmediğine sevinmeliyim. En son inerken arabanın sahibi abi numaramı aldı, numarasını verdi. Bir ihtiyacım olursa aramamı söyledi. Şimdiye kadar rasgele karşılaştığım Malaylar arasında numaramı isteyen üçüncü kişi oldu bu. Allah razı olsun be.

Malezya'nın ilk 4 üniversitesinden biri bu geldiğim. Arazinin ne kadar büyük olduğunu haritadan biliyorum. Ama üniversitenin kendisine dair bundan öte pek de bir bilgim yok. Kapıda inince ilk göze çarpan şeyi söylemek istiyorum. Ağaçlar. Yeşille yeşilin bir buluşması gibi üniversite. Babamın evdeki bitkilerin saksısına dikine yerleştirdiği hurma çekirdeğinden bir bitki türemişti. Onun makrosu burada. Annemin zamanında pişirmiş ve benim burun kıvırmış olduğum küçük minik brokoli. Onun devasası burada. Baş dönüyor benim hala, gördüklerimden ötürü mü yoksa sıcağın etkisi mi pek çözemedim ama devam.

Navigasyona baktım, bişey anlamadım. Zaten hocanın fakültesinin yerini de bilmiyorum. Okula kayıt yaptırayım önce diye düşündüm. Ne de olsa hocam 11 de buluşalım demişti bana. Şu çeşmenin başına gideyim dedim biraz serin olur. Olmadı. Suyun üzerinde kulak büyüklüğünde bir sinek gördüm ürperip aynen devam ettim. Camiye gideyim dedim. Nirengi noktası olur, ne tarafa doğru gittiğimi anlarım falan diye düşündüm. Halbuki baya baya anlatıyor navi. Beynim gerileyince teknoloji de gerilemiş gibi olmuş demek ki.

Caminin çevresini şöyle bir dolandım. Yapı her yandan "Ben sağlamım." diyor. Dile gelse bu cami, o dilden ilk dökülecek sözcük "UAAAA!" olurdu bence. Aramızda bir yakınlık hissettim. Sığınılacak bir gölgesi de var romantiklik gibi olmasın. Gerçekten serindi gölgesi. Navigasyonu tekrar anlamaya başladım ve yola koyuldum.

Bu caddeyi ful takip edeceğim ve gitmek isteyeceğim yer sağda olacak ve saire. Yemyeşil tepelere, sık mı sık ağaçlıklara, çevre düzenlemesine, asfalta, binaların Almanya'da rastladığım sade ve güven veren beton rengine hayran hayran bakıyorum. Sonra ağacın birinin altında hareket eden bir havyan gördüm. Dikkatle bakınca "AMMMMMAN DİYİM EJDER ULAN BU!" diye konuştum kendi kendime. Bağırarak değil ama harbiden kamera şakasının son sahnesinde konuşan yahut pişmanlık jestlerini tamamlayıcı sözler söyleyen insanların şaşkınlığıyla.

Bildiğini bu Komodo Ejderi falan denen arkadaş var ya, onun kolum büyüklüğünde bir versiyonuydu gördüğüm hemen koştum o tarafa doğru, upuzun diliyle havayı yalayarak uzaklaştı. Bu ne lan Diskoveri Çenıl gibi diyecek oldum ki bir sonraki ağacın üzerinde bir başka hayvan var. Bunun kuyruğu çok tuhaf. "Allah bu nasıl bir kuyruk? Hiçbir sürüngende böyle birşey olamaz nereye geldim lan ben?" derken baktım ki sincapmış. Neyse biraz sakinleştim. Şaşkınlığım yerini yorgunluğa bırakana kadar yürüdüm.

Navigasyonun söylediği noktada hiçbir bina yoktu. Bir durak geri yürüdüm ve ilk gördüğüm binadan içeri girdim. Artık kafa gidikti zaten bende. RPG oynar gibi takılmaya başlamıştım. Baktım insanlar oturmuşlar sandalyelerde sıra bekliyorlar bir kontuar var vs. Sol tarafa baktım, orda da adamın biri koltuğa oturmuş, bir çeşit diş tedavisi oluyor. Üniversitenin medikosu burası banko. Boş bulduğum bir sandalyeye oturdum ve yanımdaki kardeşe uluslararası öğrenci merkezinin nerede olduğunu sordum doğrudan. Bilmediğini söyledi. Numara vardı, "Ben Malayca bilmiyorum sen konuşsan olur mu?" dedim uluslararası öğrencilerde sık görülen bir ihtiyaç dilencisi tavırla. Hayır "Ulan aradığın yer uluslararası öğrenci merkezi, İngilizce bilmeyecekler mi?" dese adam, löpçük gibi kalıcam afedersiniz.

Ama o, "Benim sıram geldi." dedi elindeki sıra numarasını ve kontuarı göstererek. Hemen geliyorum manasında bir hareket yapıp gidip geldi. Sonra telefonda konuştu benim için. Sonra bana döndü. "Ben bugün boşum. İstersen sana oraya kadar eşlik edebilirim." dedi.

Şimdi şunu bilmek lazım bu noktada. Kampüs dediğin kampüs değil Belgrad ormanı. Hem yeşilin yeşille buluştuğu bir yer olması açısından, hem de büyüklüğü. Harita öyle iki parmakla kaydırarak bitmiyor benim telefon ekranında. Hava sıcak. Adam hasta. Haydaa. Reddedilecek bir teklif de değil. Çünkü vakit sıkışmaya başladı. İlk buluşmaya geç kalmak da istemem doğrusu.

Bu muhabbet çok uzun sürer. Kısa keseyim. Muhammed Shariyal denen adam oğlu adam bena 3 saat boyunca üniversiteyi tanıttı, Hocamın yanına götürdü beni, ben hocamla görüşürken bekledi yine baya bir süre, kayıt işlemlerinin olduğu binaları sırayla tanıttı bana ve bunların hepsi kampüsün bir başka ucunda desem yeridir. Yemekhaneye gittik öğle yemeğine illa "Sana yemek ısmarlayacağım" diye tutturdu. Kuzeyli Kadın'ın ve Sarı Bedeni Daima Mamaya Hasret Olan Adamın evde olduğunu, onlar yemek yememişken yemek istemeyeceğimi söyledim. "Öyleyse onlara da yemek al eve götür benden olsun. Mümkün değil bırakmam itiraz istemem." dedi. 20 ringit tuttu yemek. Neyse ki meyve suyunu sevmediğime inandırdım ve yalnızca su almaya ikna ettim onu.

"Çok yordum seni." dedim. "Yük oldum." diye ekledim. "Olsun." dedi Shariyal. "Ben de senin geçtiğin yollardan geçtim ve bana yardım eden olmamıştı." Allah razı olsun. Ne diyeyim ki ben sana.

Araya birçok şey girdi, hocamla görüşmemi anlatamadım. Onu da ekleyeyim. Siti Norul Huda binti Sheikh Abdullah'ın çok ince bir sesi var. Çok neşeli bir insan. Çok akıcı bir muhabbeti var. Maillerden tanıdığım hocam her ne kadar müşfik de olsa son derece ciddi ve düzenli bir insandı. Sesini duyunca o inceliğe şaşırdığımı söylemem lazım. Çok şeyden konuştuk. Malezya'ya gelmek uğruna neden işten istifa etmeyi tüm gemileri yakmayı göze aldığımdan tutun da Maymunlardan korunmak için takıldığı söylenen pencere parmaklıklarının asıl amaçlarına kadar. Onlar belki başka bir blog post un konusu olur.

Burda asıl söylenmesi gerekeni bana zamanında Mahmud Nawar isimli Mısırlı arkadaşım söylemişti. "Malezya'ya gitmeden önce niyetini tazelemen gerekli. Bunu sakın unutma. Bu çok önemli."

Unutmadım. Ama niyet tazelemek nasıl olur onu da bilemiyordum. Dr. Huda bugün bana "Evini kur ve ailenle rahata kavuş bir an önce. Sonra çok sıkı çalışmaya başlamamız lazım." deyince, niyetimin ne olduğunu hatırladım birden. Allah razı olsun.

Part 2

Saat 2 gibi eve vardım. 2.30 da evden çıktık. Sarı Saçlarında Güneş, Yeşil Gözlerinde Kaygı Olan Mağdur Adamın artık bir arabaya ihtiyacı olduğunu söyledi Kuzeyli Kadın. IOI City Mall a gidilecekti, ama ondan evvel de bir eve bakmamız gerekiyordu. Ulan yine uzun bir gün.

Gittik Grab ev mekanına. 9 dakika erken varmıştık. Kuzeyli Kadın emlakçıyı aramamı istedi. Ben buluşma saatine kadar beklememiz gerektiğini düşünüyordum. 9 dakika sonra aradım 5 dakika sonra geleceğini söyleyen bir mesajla karşılık verdi. Öyle de oldu. Genç bir adam emlakçı. Japonyada Endüstriyel Tasarım eğitimi almış. Akıcı Japoncası olduğunu söyledi. Sanırım 7 sene falan da o sektörde çalışmış. Sonra bu mesleğe dönmüş. Buralarda [2] emlak piyasasının nasıl olduğunu varın siz düşünün.

Ev yeni renove edilmişti ama keşke dağınık kalsaydı denebilecek bir stili vardı. Müstakil bir ev dizisinin ortasında yer alıyordu. Yan ev aslında bir restoranmış. Gündüzleri çalışıyormuş sadece. Evin iki kapısının anahtarı yoktu, o sebeple gösteremedi bazı odaları emlakçı. Ev sahibi yanlış anahtarları vermişti. Emlakçı gülerek özür diledi. Sempatik bir adamdı. Bu küçük hatalar işimize yaradı. Evi beğenmediğimizi söylemeye çekiniyorduk çünkü. Gizli garibanlık var sanırım bizde. Sonra görüşelim tekrar bu odalara da bakalım falan dedik yarım ağızla. O da anladı sanırım durumu çok üstelemedi "Evet haklısınız bu şartlar altında karar vermek zor olur" gibisinden şeyler geveledi.

Geldik işin alengirli kısmına. IOI City Mall çok uzakta. Ben yorgunum Grab yapmak istemiyorum. Adama bir şekilde bizi oraya yakın bir yerde indirir misiniz diyeceğim. Kuzeyli Kadın "Ay nasıl diyeceksin yaa." dedi. Hemen gaza geldim. Çingenelikle de olsa insan karısını etkilemek için hiçbir fırsatı boşa harcamamalı. Söyledim. "Merkezi bir yerlere bırakın bizi yolunuz üstüyse eğer" dedim. Adam şaşırdı. Düşündü taşındı, gitti evi kitledi geldi. Dedi ki "Ya benim bir başka eve gitmem gerekiyor, satılık o eve benim ilanımı asmam lazım. Eğer arabada bekleyebilecekseniz önce oraya gidelim, sonra sizi IOI City Mall a bırakırım." "TAMAM!" dedim "TAMAM ABİ SÜPER EVET" diye haykırdım içimden. Dışarıdan ise Kuzeyli Kadına özgüven dolu kısa bir bakış attım ve "Öyle yapalım madem bizim acelemiz yok zaten." dedim. Sarı Yanaklarını Yediğim Meleğimsi de pelte kıvamına yaklaşmıştı zaten. Arabanın klimasını yeyince kendine geliverir.

Adam dediklerini yaptı ve kapısına kadar bıraktı bizi AVM nin. Girer girmez en küçük üyemize mama, kendimize de Subway den sandviç [4] ayarladık. Sonra araba aramaya koyulduk. Bebek arabası olan ebeveynlere sora sora girdiğimiz ilk mağazadaki uçuk fiyatlarla yıkıldık. [5] 300 ringit indirim kazandıran üyelik kartını nasıl alabileceğimizi sorduk, 100 ringitlik alışveriş yaparsanız olur dediler. Dedik "Bu arabayı alsak, kartı verseniz ve geriye dönük indirim yapsanız oluyor mu?" güldüler. İncindik. "Olsun" dedik. "Madem öyle, 100 ringitlik alışverişimiz vardı bizim ekistradan zaten." Oyuncaktı, şampuandı aklınıza ne gelirse, 103 ringite ulaşınca kadının yanına gittik. "400 ringit ve üzerine üyelik veriyoruz" dedi. Yanlış duymuşuz ilkin. Çıktık ordan.

Köşedeki diğer arabacıya gittik. Ordan 1200 ringite bir tane beğendik. Ama hemen karşısında aynı markanın biraz daha sade bir modeli var. O da 560 küsür ringit. Kuzeyli Kadın'ın yüzü alarm veriyor. Neden üzgün olduğunu sordum. Rengini beğenmediğini söyledi. Harbiden soluk bir bej rengi neden tercih edilsindi bebek arabasında? Terlemiş atlet rengi bu resmen. Kiri pası da belli eder. Döndüm satıcı hanımefendiye sordum. "Başka rengi var mı?" diye. "Siyah" var dedi. Allah seni yaratarak nasıl bir güzellik yapmış bizlere be abla. Kadın hemen kutudan çıkardı siyahı, açtı taktı birleştirdi çekti uzattı derken voila! Kuzeyli Kadın gülümsüyor.

Gidip para bozdurdum ve diğer malzemelerle birlikte teslim aldık arabayı. Sarı Yaradılışı Arabasına Kontrast Yapan Uykucu Kişi de beğendi. Oh. Alles paletti. [6]

Doğruca otele geldik Grabinen. Sonra ev bakmaya devam ettik. Sarışınlığıyla Kendini Affettiren Adam geç yattı. Anne babalık insana hiç birşey katmasa kendi annesine babasına minnet duygusunu veriyor. Yorgunuz. Ama mutluyuz vallahi.


Not: Üniversite ormanında grup halinde gezen maymunlar varmış.
Not 2: Bir dahaki bölümü kısa yapacam söz gitmeyin.

---
[0] Malezya'da trafiğin akış yönü.
[1] Universiti Kebangsaan Malaysia
[3] Bandar Baru Bangi (Yeni Bangi Şehri) de yani.
[4] İki sandviç 1 Fanta 23 ringit. Bence güzel.
[5] 1200 1500 rm ye normal araba alınır neler oluyor
[6] Herşey yolunda gibi bir laf sanırım. İsviçrede söylüyorlar.

9 Ekim 2017 Pazartesi

Üçüncü Gün : Hastalık



Uyandım. Burnum tıkalı. Boğazımda hafiften acı bir tat var. Sırtım ve boynum alabildiğine soğuk. Klimayı açık bırakıp altına yatmak iyi bir fikir değildi. Ancak, yorgunluğu şuursuzluk seviyesine kadar ilerlemiş birinin yapacağı birşeydi. Ne yapsam diye düşünmeye başladım. Yakınlarda Gateway adında bir AVM var. Eczane var orda, dün gördüm.

Yine eczane kafası. Niye mi? Kuzeyli kadın bana çok üzüldü, sonra yardımcı olmak ümidiyle çantalarda Tantum Verde'yi aradı, bulamayınca daha çok üzüldü. O üzülünce ben üzüldüm derken bir hüzün sarmalı oluşmaması için harekete geçmeliydim. Yoksa Fısfısla şifa bulunduğu nerde görülmüş? "Böyle bir durumda annem ne yapardı?" altın sorusunu sordum kendime hemen.

İlaç poşetimizden Nurofen çıkardım ve iki tane çaktım. Prospektüsü okuduktan sonra, bunu takip eden her 4 saatte bir tekrarlamaya karar verdim. Birkaç saat beklediğim süre zarfında, yanımızda getirdiğimiz ev yapımı kurabiyelerden yapıştırdım. Yemek yemek boğaza iyi geliyor. Ama burun tıkanıklığı için Otrivine kullanmam gerekti. Resmen semptomatik tedavinin dibindeyim şuan. Her semptoma ayrı çözüm.

Saat 10 oldu. Eve su da lazımmış. Sarı Kafalı Koca Yürekli Adamı öpemeden evden çıkmak zorunda kaldım. O da başka bir dert. Bebeği hasta edersem duman oluruz. Hala bağışıklık sistemine dair çoğu şeyi annesinden aldığını sanıyorum çünkü. Zayıf bir sistemi var yani. Öyle çok süt içebildiğini de söyleyemeyiz. Neyse Allah korusun. En iyisi annesini hasta etmek. O zaman annesinin salgıladığı antikorlar sayesinde çocuk kendini garantilemiş olacaktır. Kuzeyli Kadın bu parlak fikre razı gelmedi.

Otelinden dondurucu lobisinden koşarak geçtim. Dışarı çıkmak çok iyi bir karardı. Otelinden gölgesinden çıkar çıkmaz yorgana sarılır gibi sarıldım sıcacık güneşe. Ekvator güneşi hiçbirşeye benzemiyor arkadaşlar. Aydınlık mı aydınlık, sıcak mı sıcak. Öyle öğlen saati falan da değil gerek yok. Öğleden 4 saat evvel bile durum aynı. Çok şükür.

Gateway AVM ye geldiğimde eczanenin açık olmadığını fark ettim. Yandaki giyim mağazalarına sordum, hanımefendiler 11 de açıldığını bildirdiler. Bilmiyorum size hissettirdim mi ama Malezya'da iş hayatında kadınların göze çarpan bir çoğunluk oluşturduğunu söylemek lazım. AVM nin marketine girecektim su almak için. Ama cesaret edemedim. Soğuk fobisi oldu tropikal iklimde resmen. Hemen ayrıldım oradan. Dönüş yolu üzerindeki Helal bakkaldan alayım diye düşündüm küçük esnafın dostu olarak.

O da helalliğin gereği olarak Kuran-ı Kerim açmış dinliyordu. Sular aldım şöyle 3-5 tane 1 er buçuk litrelik yine. Bu defa tanesi 1.5 ringit e ama. Doğru bir tercih olmuş buraya girmek. Eve vardığımda bizimkiler uyuyordu hala. Ben de iki Nurofen daha çakıp yattım.

Sonra terler içinde uyandım. Bir duş aldım. İyi geldi. Sonra bir daha dışarı çıkmaya karar verdim. Bu defa Kuzeyli Kadın ve Sarı Benizli Yeşil Gözlü Yumurta İnsan ile çıktık. Acıkmıştık çünkü. Dün bitiremediği Çin yemeğinden bu yana evdeki üç beş poğaça ile idare etmişti ve açlık Kuzeyli Kadında hızlıca baş dönmesine yol açardı. Bunu istemiyorduk. Sorun şuydu: Bebeği nasıl taşıyacaktık?

Normalde bebeği ben taşıyordum. Ama hastalık işin içine girince durum değişti. O yüzden hızlıca yemek alanına gitmemiz uygun olacak sanıyorum. Bir an önce yer seçip oturursak 10 kg lik bebeğimizin annesine yaptığı basıncı asgari seviyeye çekmiş oluruz. Bu defa Malay restoranına gitmeliyiz. Hem daha ucuz hem damak tadımıza daha uygun yemekler bulmayı umduğumuz için bir Malay Fastfood çusunu tercih ettik. İstanbul Nur Muhammed Restoran'dan bildiğimiz yemekler vardı. Hiç affetmedik. Aşağıda menüyü görebilirsiniz. Bir adet 1 numara bir adet de 2 numara yedik biz.



Dönerken eczane açıktı ama ilaç çok pahalı olduğu ve moralimi bozduğu için o konuya girmeyeceğim. Daha büyük fiyasko da daha sonra Tantum Verde'nin benim sırt çantamdan çıkması oldu. Küstüm kullanamıyorum ikisini de. Öyle zoruma gitti.

Eve gittik yorgun argın. Odamızı cillop gibi yapmıştı sevgili otel yetkilileri. Toparlanmış, temizlenmiş ve eksikleri giderilmiş odamıza sarılıp biraz dinlenmeye karar verdik. Biraz dinlenme yine uykuya dönüşüyordu ama yapılacak işler de az değildi doğrusu. Zaten ben hapşurdukça Sarı Yüzlü Minik Beberolli avazı çıktığı kadar bağırarak ağlıyordu korkusundan. Ulan nasıl bir masumiyet. Bir yandan karnını doyurmaya çalışıyor bir yandan korkudan ağlıyor. Hem de kıpkırmızı kesilene kadar. Dedim ben en iyisi gideyim birkaç iş göreyim. Hastayken bizimkilerin yanında durmamın sayısız dezavantajını ortadan kaldırayım.

İlk aklıma gelenler: Bir defa onlar soğuk arıyor ben sıcak. İkincisi virüsler var. Üçüncüsü Sarı Yanaklı Üzgün ve Küçük İnsan hapşuruklarımdan korkuyor. Çamaşır poşetini alıp evden çıktım. Çünkü sabah AVM ye gitmeden resepsiyondaki delikanlıya sormuştum çamaşır işinin nasıl çözülebileceğini. O da ilerde, Petronas benzin istasyonundan evvel bir laundry var demişti. Poşetle geziyorum.

Elinde içi kıyafet dolu turuncu poşetle dolanmak insanın sahip olduğu bütün karizma bitlerini sıfırlayan bir elektromıknatıs görevi görür. Bunu kötü bir akıbet olarak algılamadan önce şunu dinlemenizi rica ediyorum. Karizmanızı, etkinizi ve müsbet intiba meydana getirme ihtimalinizi öyle bir azaltır ki bu etken, yoldan çevirip soru sorduğunuz insanlar sizin cümle kurabilmenize bile şaşırıyorlar. Bir nevi egzotik bir hayvanı seyreder gibi seyrediyorlar sizi. İnsan hareketlerini bu denli özgün şekilde taklit etmenize duydukları hayranlık, yeni bir tür karizma elde etmenize yol açıyor ki bu da öncekinden çok daha helal, özgürlükçü ve anti-kapitalist bir karizmadır. Teşekkür ederim.

Umumi çamaşırhane ve kahvehanenin füzyonu biçiminde hizmet veren LaundryCafe yi bulmam uzun sürdü. Bunu hasta oluşuma bağlıyorum. Ama uzun sürmesinin de büyük faydaları olmadı değil. Bir defa AVM nin asıl arayıp da bulamadığımız tarafının, arkada, gitmediğimiz tek kısımda olduğunu fark ettim. Teh Tarik Place, Cofee Brinap Barapbaraba [0] gibi şeylerin yanında meraklısına Gloria Jeans Cafe ve Burger King de burada. Merakla içeriye girdim biraz daha, dedim "Çamaşırlar kaçmıyor ya."

Bir de baktım AVM nin Gateway Grocery [1] isimli güzide mekanı içeride beni bekliyor. Tamam küçük esnafın yanındayız ama bu büyük markette bulabileceğimi düşündüğüm nane limon çayını düşününce dalıverdim. İlk karşıma çıkan meyve sebze reyonu oldu. Mangodan, Guavaya, 5 çeşit kavundan Dragon Fruit'e kadar herşey var. Aşağıdaki Dragon Fruit resmi sevgili sıra arkadaşım Mustafa Çetinkaya'ya gelsin.



Çayımı alıp çıktım yine lafı uzatıyorum. Gittim LaundryCafe'de oturdum. Evvela paramı bozuk paraya dönüştürdüm. Sonra gidip birer birer attım yıkama makinesinden içeru. 26 dk o sürdü. Ordan aldım kurutma makinesine attım. 24 dakika da o. Oturupdururken bir adam geldi selam verdi "Sen neredensin?" diye sordu. "Türkiye" deyince alkış, kıyamet. Abi adamlar bizi seviyor ya. Biz de onları seviyoruz. Malezya Türkiye iki devlet tek millet. Ev aradığımı duyunca illa gel bizim apartmana taşın boş yer var birinci katta, al ev sahibinin numarası benim selamımı söyle. Herşey çok hızlı gelişti baktım ikindi kaçıyor orda arka kapının önündeki beton zeminde kıldım. Daha az evvel yağmur yağmıştı ama kupkuru ve tertemizdi yerler. Geri döndüğümde eleman yoktu. Mesaj attım ben eve gidiyom diye. Arkadaş olduk ya resmen ilkokullu bebe hızında arkadaş olabiliyoruz Malezyalılarla.

Tabi çamaşırlarım kurumuş, baktım içerde benden başka erkek de kalmamış. Ful bacılarımızla dolu. İnsan garipleşiyor hiç hemcinsi kalmayınca. Cinsel ayrımcılık hoş değil. İnsanlar kadınlar erkekler diye ayrılmamalı. Yine de 27 yaşında sağlıklı bir babanın ocakta yemeğim var hissiyle eve dönüşü yürek burkuyor.

Tertemiz çamaşırlarla girdim kapıdan. Biraz ıslanmıştım ve yorgundum ama mutluydum da. Günü sıfır sıfır elde var sıfırla da bitirebilirdim ama öyle olmadı çok şükür diye düşünüyordum. Kuzeyli Kadın da Sarı Saçlarına Deli Gönlümü Bağlamış Olduğum Mikro Erkekle oynuyordu. Hemen başıma gelenleri anlattım. Akşama birşeyler içelim dedim. Çok olumlu karşılandı. Her aile babasının düşünü kurduğu şeydir diye düşünüyorum. Çok olumlu karşılanacak tekliflerle gelmek. Çok şükür be ya.

Sonracığıma, tabi Teh Tarik[2] Place e gittik. Bizim adam artık benim kucağımda. Kendimi daha iyi hissediyorum. Kucağımdakinin sesi çıkmıyor özel bir tutuş şekli keşfettim. Boynunu sağ dirseğimin içine alıyorum, öteki kolumu da dizlerini toplayıp altından geçiriyorum Allahına yan bakarak gidiyor velet. Bir nevi gitar tutar gibi oluyor. Çok mutlu ve sakin.

Teh tarik geldi ve içim ısındı. Kuzeyli Kadına marketi gösterdim. Ekmeğin Türkiyeyle aynı fiyatta satıldığını, İstanbul'da bile kolay bulunmayan unlu mamüllerin normal fiyatlara bulunduğunu gördük. Bazı mevzular abartılıyor. Malezya şöyle Malezya böyle diyen kişilerin Bangi ye gelmelerini tavsiye ediyorum. Bir Türk için burada yaşamak zor değil. 2 tane mango aldık.

Eve gittiğimizde Mangoyu yiyecek enerjiyi nereden bulmuş olduğumu düşünüyorum hala. Açlık sanırım doğru cevap. Meyve çok iyi geldi harbiden. Neyse yatayım ben. Yarın yine uzun bir gün olacağa benziyor. Ama daha iyi olacağım inşallah. Ulan Teh Tarik ne güzeldi be.


---
[0] ismi hatırlayamayacağım şimdi.
[1] bu isim de uydurma oldu özür dilerim hastayım
[2] Yoğunlaştırılmış sütle yapılan şekerli bir çay. Efsane.

8 Ekim 2017 Pazar

İkinci Gün : Into the Mild



Bir önceki günü anlatırken söylemiştim sanırım; uyandığımda karşıma çıkan ilk şey vücudumun terik dubleti oldu. Patates baskı gibi çıkmışım yatağa. Kuzeyli kadın çıkarmış olduğum ize küçük bir gülümsemeyle bakıyordu. "Çok terlemişsin." dedi. Kendi ve oğlu için pek de geçerli değildi bu. Altın sarısı saçlarıyla yanında duran et yumağı ise bunlardan habersiz 4.5 saattir mışıldıyordu.

Gece bir ara kalkıp birşeyler yapmışım. Hayal meyal Sherwood Gateway Hotel i ayırtmak için butona bastığımı hatırlıyorum. Parasını [1] falan da öyle. Filmlerde insanlar, sarhoşken aldıkları kararlardan pişman oluyor. Umarım bizimki de öyle olmaz.

Bulunduğumuz Eco Hotel Putra Kajang a verdiğimiz üç gecelik paranın [2] bir kısmını geri alabiliyor muyuz acaba? Bir de istesek biraz şampuan verirler mi? Hiç değilse Grab i nasıl kullanacağımızı göstertme bahanesiyle biraz bilgi alsak. Bu arada Grab, Uber'in güneydoğu asya versiyonu.

Kafamdaki soruları kuzeyli kadınla paylaşmadan evvel o benimle oğlumuzun ayacığında bulduğu küçük bir aksaklığı paylaştı. Sol ayak başparmağından çok küçük de olsa bir sarı sıvı sızıntısı vardı. Başparmak kızarmış ve hafiften şişkinleşmiş olmasa farkına varmazdık muhtelemen. Tırnak batmasına benziyordu. Elimizdeki son gazlı bezle akıntılı bölgeye biraz Batticon tatbik ettik. Tedarikli olmak güzel. "Bu tırnağı kesmemiz gerekir." dedim kuzeyli kadına çok biliyormuşum gibi. "Diğer otele kadar bekleyelim mi?" diye sordu. Bunu yaparken biraz tedirgin biraz da tiksinen gözlerle banyoya bakıyordu. Musluk suyundan gerçekten tuhaf bir koku yayılıyordu. Yoksa el sabununa benzeyen mavi sıvı kauçuktan mı? Çok düşünmemek lazım. Pozitif olmak lazım! ^^

Odadan ayrılıp resepsiyona gittim. Bu defa bir Malay kardeşimiz vardı resepsiyonda. İsmi Dani imiş. Güleryüzlü, cana yakın bir eleman. Sohbet muhabbet. Evvela şu bizim parayı geri alabilme işini sordum. "Patronum burada değil gelince soracağım." dedi. İyi. Şampuan işini sordum, geçen bölüm anlattıydım sanırım, replay olsun. Şampuan parayla birader <3 Gazlı bez sordum, tabi İngilizcesini [3], Malaycasını [4] bilmediğim için Google Translate senin Images benim yaptık birşeyler. "Haaa" oldu tabi Dani. "Burada yok." manasında birşeyler geveledi.

Borneoluymuş. Güneyde kalıyor Borneo. Kırsaldan gelen insanın tevazusu samimiliği var öyle kurnaz bir tip de değil. "Ben size taşınırken yardım ederim" dedi. Harbiden taşınmak olacaktı bizimki 70 kilo bavulla. O da ayrı hikaye. "Grabden beraber geniş araba çağırırız." dedi. "Bütün bavullarınızın sığacağından emin oluruz".  Ama eczane nerde bilmiyor. Gittim kuzeyli kadına haber verdim önce yenilikleri, sonra plan yaptık, ben eczane ve kirliler için poşet arayacağım, o da odamızı taşınmaya hazır hale getirecek.

Part 2

Eczane yok, ama 99 market var dedi tabi. Hani şu dün bulamadığım. Biraz daha tarif ettirdim. Daninin kısmetine buldum mekanı. Biraz da gündüz olmasından ileri geliyor başarım diye düşünüyorum. Çünkü bir aydınlık aldı ortalığı kardeşlerim. Ama yok böyle bir aydınlık. Ekvatora güneş ışığı dikine geliyor gerçekten. Televizyonun rengini ışığını coşturmuşsun gibi oluyor. İnsan bir enerjiyle doluveriyor.

O enerjiyle gezdim 99 marketi. Kasaya varana kadar maalesef hiçbir ecza malzemesine rastlamadım. Kasaya geldim, İngilizce konuşmaya başlayınca selamımı dahi almadı bacımız. Baya baya kestirip attı "Bizde yok o telefonun ekranından gösterdiğin herzeden." der gibi. Halbuki Gripin türü birtakım ilaçlar vardı, neyse.

Çıktım devam ettim gezinmeye, önüme çıkan müslüman tipli insanları darlamaya başladım. Burda illa bir eczane olmalı diyorum. Bir yerde Hindistan kökenli abilerimiz yardımcı oldular sağolsunlar, bak şurdan şöyle git sonra böyle falan hani vardır ya o kafasının içinde pusula olan cyborg adamlar, beni onlardan sandılar herhal. Boş bakışlarımdan mesajı almış olacak ki bir tanesi, yanındaki ince uzun ufaklığa "Hey Abdullah! Brinap bap bara bangul dagıl mkana berhabadi."  gibi birşeyler söyledi. Çocuk bana bakıp kafayla işaret yaptı gidelim gibisinden, ayrıldık ordan.

Çok uzattım ulan bu partı. Neyse bizim oğlan fotoğrafta görünen yere gelince kapının önünden bir terlik aldı ve ilk gördüğü çocuğun kafasına fırlattı. Karate kursu gibi birşeyin önündeydi bu dediğim çocuk. Kocaman açılmış gözlerle şaşkın şaşkın bakıyor bize, biz devam ettik. "Hey yapma lan öyle şeyler" tarzı birşeyler dedim. Akran zorbalığına karşı olduğumu anlatamadım. "Geldik, burası" falan dedi çocuk gülümseyerek. Baktım daha önce geldiğim bir Hintli kliniği. Hayda. Yukarıdaki fotoğrafı çekindik sonra yolladım bücürü.

Geri döndüğümde kuzeyli kadın herşeyi hazırlamıştı, ben ise poşet istediğini unutmuştum. Şaşırmadık. Geri döndüm ve Dani'den poşet istedim iki tane büyük. Kirlileri koyduk sonra o poşetlere ve hazırdık. Birer ikişer 70 kiloyu taşıdım resepsiyona. Artık iki kat aşağı taşıması kalıyordu bir tek. Bir de Grab tabi. Dani sağolsun önceden indirmiş olduğum app i açtı, yeni otelimizin ismini girdi ve butona bastı. Araba biraz dolandı diyebilirim, en azından app in içinde açılan navigasyon ekranı öyle söylüyordu ama sonunda doğru yola girdi. Biz de yavaş yavaş indirmeye başladık bizim valizleri bavulları.

Bir 35 kiloluk eşşek leşi bavulumuz var, onu ben aldım yazıktır diyerekten ama Dani neredeyse diğer bütün bavulları taşıdı. Allah razı olsun senden Borneo'nun koca yürekli Malayı. Çinli taksicimiz de Dani'yi hiç aratmadı. Allah hidayet versin pırıl pırıl bir adamdı o da. Güler yüzlü. Bizim küçük sarışın adamı görünce zaten mest oldu "Oh çok tatlıı" deyip durdu.

Herşeyi yükleyince aklıma geldi kuzeyli kadına "Araba geldi, hadi binek gidek" demek. O da bizi beklerken uyuyakalmış yazın sıcağında. Burası hep yaz di mi pardon öğlen sıcağı diyeyim. Hasılı yukarı çıktım telefonu açmayınca uyandırmaya. Nereden aklıma geldiyse "Ohooo ooo" falan dedim bebeğin giyinik olmadığını görünce. Kuzeyli kadın bir bakış baktı, hiddetle nefes aldı ama vermeden hemen çıktım odadan.

Taksici hem malları yükledi, hem de kontağı çalıştırdı bekliyor. Dedim "Abi senin beklediğin zamanı benim ödemem lazım." falan, Anneannemi hatırladım sonra. O da hep İsviçre'de işçiyken Türk dürüstlüğüne insanların şaşırarak kendisini övdüğünden bahsederdi. "Ama ben alamam ki o parayı napayım. Çocuklarımın kursağına mı girsin o para?" derdi. "Frau Kalender başkası olsa kattiyyen getirmezdi o paraya geri!"  diyen Frau Meyer e cevabını anlatırken. Neyse adam "No! Noo!" diyor. Bizimkiler gelmiş oldu o arada.

Uzunca bir yolculuk yaptık. 9-10 km, 25 dk sürdü yine Malay hızıyla. Adamlar trafikte acele etmiyor azizim. Hani bizim memlekette hız sınırı 30 50 falan der ya böyle sürreel tablolar vardır yol kenarında. Onlarda reel olmuş işte onlar. Otobanda bile yavaş gidiyorlar hayret edersiniz. Güzel de oluyor 15 dk geç varsan ne olacak. Zaten Grab de öyleymiş. Sabit fiyat var, makine yolcuğuna bir bedel biçiyor. Şoförün fazlasını isteme, yolcunun azını verme gibi bir durumu yok. Bizim yolculuk mesela yanlış hatırlamıyorsam 12 ringitti. Adam baya dolandı etti ama yine 12 istedi. 2 ringit de ben ekledim. Sonra Annanemin "Avrupa'nın hiçbirşeyisine özenmedim." şeklindeki tavrına teşekkür ettim içimden.

Part 2

Geldiğimiz yeni otelin önünde izdiham vardı. Okullara öğrenci alımı günüymüş. Malezya'da yüksek eğitim dediğimiz olay bir sektör. Herkes bir şapka yahut kravat ya da ne bileyim bir gömlekle o gün hangi okulun kafilesinden olduğunu anlatan bir üniforma giyiyor. Herşey dahil tatil organizasyonu gibi toplu olarak gezip yerleşip kaydoluyorlar herhalde. Bizim gibi DIY cılar azınlıkta sanırsam. Neyse ensemiz kalın.

İçeri girdim ve kalın ensemi uzatıp resepsyondaki hanıma "Bavullarımı taşıyacak bir yiğit arıyorum." şeklinde seslendim. Bavul değil gayrımenkul şimdi. Şimdi al 1 yıl sonra ödemeye başla. Kadıncağız demesin mi "Benim şimdi hiç elemanım yok yukarıda bir toplantı var, oraya gittiler hizmet vermeye. Ben yardım ederim size vs." Hayda. Neyse 450 ringit depozito aldı benden makbuzlu. Birden merhametim kendime yönelmiş olacak ki kadının trolley i alıp bizim bavulları yüklemeye koyulduğunu hiç görmemişim bile. Zaten bizim sarışın kralı elden ele dolaştıran kadınlar ve çocuklar sardı etrafımı o ara iyice görüş açım kapandı.

Koştuk yükledik ettik derken odamıza kadar eşlik edecek delikanlı da geldi. Kontrol etmekte hayli zorladığım trolley i ters çevirdi ve çekerek götürmeye başladı. Ben de yüksek mühendisim diye dolanıyorum yazıklar olsun. Kuzeyli kadın gülme lütfen.

Odamız inanılmaz büyük, temiz, konforlu ve tam teşekküllü. Serin, ama iki tane de klima var. Bir de öncekine kıyasladığımız için kendimizden geçiyoruz uzun uzun konuşuyoruz odanın iyi yanlarını. Odayı dinliyorlarsa fiyatı yukarı çekmek isteyebilirler. Olsun öderiz öyle hoş ki, adımımı atar atmaz kısa bir hesap yaptım buranın aylığı son ne olur diye ama yavaş gel kadar da değil.

Sevgili oğlum sarışın et adam, otellere gelince şımarıyor. Kalitesi, genişliği konumu fark etmiyor çenesi düşüyor. Agu, auvuuu, ouuggauuuvv aaa diye başladı mı susturabilene aşk olsun. Sevimlilikten kafayı yedirtiyor bir noktadan sonra ısırmamak için yastıkları ısırmalar başlıyor. Yanakları sıkmamak için dişlerimden olacağım. Tam kıvamında yoğrulmuş bir ekmek hamuru var yanak yerine kendisinde. Görseniz bana hak verirdiniz. Maşallah oğluma. 10 saat uçtu, iki otel gördü, ağladığı sızladığı yok hala. 6 aylık olacak 5 gün sonra kendisi.

Bu arada hocama mesaj yazmıştım, "Ben Malezya'ya geldim, çoluk çocuk burdayız, emir ve görüşlerinize hazırım komutanım." babından. Annemin dayanılmaz ısrarlarına boyun eğip, "Ev arıyoruz hocam, şu site nasıl güvenilir midir?" gibi konu dışı, istendiği takdirde çok güzel terslemelere zemin teşkil edebilecek sorular da sordum.

Siti Norul Huda binti Sheikh Abdullah ama o işte. Bu hocaya nasıl niye bu kadar güvendim ben de bilmiyorum. Ama işten istifa ettim, dizi kırıp birşeyler öğreneyim diye Malezyalara kadar geldimse, sebebi Dr. Huda'nın bana "Esselamu aleyküm ve rahmetullah. Başvurunuzu değerlendirmek benim için bir mutluluk vesilesi olacaktır. Sizden bir araştırma teklifi yazmanızı rica edeceğim." şeklinde yazıp, 3 dakika içinde gönderdiği ilk cevap mailidir. O maili çerçeveletip asayım bir yere bir ara.

Dedim ya kraldır diye, kraliçe deyince olmuyor çünkü maalesef aynı hissi vermiyor. Hemen cevap yazmış yine. "O site iyidir" demiş, "Al bu benim bir öğrencim, ara bu arkadaşı, sana yardımcı olacak. Şu apartmana da bak." diye eklemiş. Teşekkür edip aradım bu elemanı. Akşama bekliyorum dedi. Yattık uyuduk. Gün bitmiyor arkadaş yeter. Daha AVM de yediğimiz yemeği anlatacaktım ama olmadı. 38 ringit'e Çin lokantasından iki kişiyi doyuracak yemek alınıyor onu diyeyim hiç değilse.

Part 3

Akşam oldu. Bizim sarı adama yemeğini yedirdik ve çıktık evden. Taman Sepakat diye bir bölge var önceki otelimizin olduğu yere yakın.  District 9 dan hallice bir yapısı var. Böyle göğe kadar uzanan Çin usulü TOKİ ler var ya, onlar yanında müstakil ev gibi kalır. Bildiğin açık hava mahpusu tarzında çık çık bitmeyen siteler yapmışlar. Bir katında 10 daire. Oraya da Grab ile gittik. Atheer in evine bizi götürecek olan şoför kardeş bir türlü gelmek bilmedi. En son arayıp "Müsait değilsen gelme birader." dedim kibarca. Geldi.

Otelin kapısından yolun yarısına kadar pek konuşmadık. Zaten Türkiyedeniz deyince "Arap ülkesi di mi?" dediği an bir puan kaybetmişti, bir de söylediğim basit bir sözle dalga geçip gülmesini kaba buldum. Ben gülmedim çünkü. Arkadaşım da değil nihayetinde. Bastım eksiyi app den zalıma sonuç olarak.

Atheer'in evine vardığımızda ruh daralmasından baygın hale gelmiştik. Kuzeyli kadının astımı var, o gelemez böyle şeylere, tuhaf mimariler basar onu. Ama bu bina beni bile darladı açıkçası. Arap kardeşler aşırı tatlı adamlar. Biri Felluceliymiş, öteki Kerküklü. "İkisini de biliriz." dedim. "Felluceliler esaslı adamlardır, Amerikalılar orada aylar ve tümenler harcadı. Televizyondan takip ederdik biz." Gülümseyip gururlanmış gibi yaptılar ama, hıyara bak biz orda can verelim sen maç gibi izle demişseler içlerinden, ona da hakları vardır. Yine de 2003 tezkeresinin reddi münasebetiyle Fellucelilerle aramızda bir kardeşlik vardır anlayışla karşılarlar.

Siyasete girmedik tabi ki. Daha çok etnik unsurların birbirini gömmesi şeklinde geçti konuşma. Arapların dayanışmasının hayatı ne kadar kolay ve güvenli kıldığı anafikri çevresinde cümleler kuruldu. Çay ikram ettiler, Samir diye bir başka Iraklı kardeşle de tanıştık. Çok kafa çocuklar. Arapları oldum olası severim, cana yakındırlar, bonkör ve misafirperver olurlar. 1000 senelik komşusunu sevmez mi insan? AMA bu nasıl bir mimari arkadaş bu binada nasıl mutlu olabiliyorsunuz? Bütün camların parmaklıkları var demirden. "Bunlar niye?" diyorum. "Maymunlardan korunmak için." diyor. Abi maymun korkusuyla hayatı zindan eder mi insan? Samir lafa karışıyor "Yalnızca maymunlar değil" diyor. "Hırsızlar da var. Nijeryalılar, Hintliler var." abi 10 uncu kat burası ya. Neyse en son çocuklar aşağı atlamasın diye yapıldığını anlattılar o mantıklı. Mantıksız da olsa biz dinleyici olarak geldik ikna çabamız yok. Bilgi edinmek esas şuan. Çay güzeldi. Kuzeyli kadın içmedi. "Niye içmedin?" dedim. "Soğudu." dedi haylaz bir gülümsemeyle. Suçunu biliyor ama üstüne gitmeyeceğim. Çünkü iyi bir kocayım ben. ^^

Çok çalışkan adamlar. Ev baştan aşağı makalelerle dolu. Okuyan tipler maşallah. Hepsi de bilgisayarcı. Aslında beraber kalsak birbirimize çok yardımımız dokunur ama öyle olmayacak diye seziyorum. Dr. Huda'nın bana gönderdiği diğer numarayla henüz iletişime dahi geçemedim. Zira o da aynı sitenin karşısındaki sitede oturuyor. Karınca filmi çok beğenilmiş ikinci bölümünü çekmişler gibi.

Geri dönüşteki sürücümüz bir Malaydı. Malaylar tanımayı en çok istediğimiz grup olduğu için ayrıca sevinçliydik. Müslüman şoför hemen Erdoğan'ı ne kadar sevdiğinden bahsetmeye başladı. "Bizim de bir Erdoğan'ımız vardı ve o zamanlar herşey çok güzeldi. Şimdi işler kötüye gidiyor. Yozlaşma, yolsuzluklar almış başını gidiyor." dedi sevgili Mohd. Mohd kelimesinin anlamını sordum. Tahminimde yanılmamışım : Bizdeki Mehmed gibi onlar da Muhammed (Sallallahualeyhivesellem) in kısaltılmışını yapmışlar kendi dillerine katmışlar. Güzel olay. "Erdoğan da seni seviyor." dedim. "Sizinkine ne oldu?" diye sorunca. "Yaşlanıp emekli oldu. 83 yaşına gelmişti." dedi. Bizim Erdoğan'ın da ne kadar yaşlandığından, bu işlerden eli eteği çekecek yaşa gelmiş olabileceğinden bahsettim. Çünkü 65 falandır belki yaşı ama, bir kere yakından görmüştüm 2013 te, adam çok yaşlı duruyordu 70 den aşağı demezdim o an sorsalar.

Taksiciyle siyaset konuşmak adettendir, memleketimizin güzel olduğunu, ama çevremizdeki savaşlardan bir başımızı kaldıramadığımızı falan anlattım. Sonra ev arayışımızdan dem vurdum. Adam hayırlı bir adammış bir dizi kanaatini ve engin bilgilerini paylaştı bizimle Bangi'nin emlak piyasasına dair. Yabancılardan çok hoşlanmadığını, asli unsur olan Malayların bulunduğu yerlerden şaşmamak gerektiğini düşündüğünü anladım. Tabi bunu bana söylemesi enteresan biraz ama Malaylar Türklerle birçok konuda birbirlerini denk görüyorlar anladığım kadarıyla. Bana göre hava hoş. Ben de Malayların arasında yaşamayı tercih ederim. 4 5 sene kalıp tek cümle Malayca öğrenemeden dönsem üzülürüm. Bizim sarı adam da öğrenmiş olur malayca gözleri de çekik biraz zaten. Yakışır kerataya "Aguuu selamat pagiii*" diyerek odaya koşar.

Eve geldiğimiz gibi bayıldık. Şaşırmamışsınızdır.

Not: Yazı çok uzun oldu redakte etsem yetişmez idare ediniz selametle kalınız.

---
[1] 2 Gece, 318 Ringit
[2] 3 Gece, 264 Ringit :(
[3] gauze
[4] kain kasa
[5] günaydın

7 Ekim 2017 Cumartesi

İlk gün : Ters başla düz devam.



Günaydın. Orada sabaha yaklaşık 5 saat vardır ama ben yine de yazayım. Malezya'da ilk günümüz. Ben ve kuzeyli kadın [0] bunları yazarken şimdiden sıkıldık ama sonra bakacak birşeyler olduğunda güzel oluyor. O yüzden kapatmayacağım kuzeyli kadının baskılarına karşın.

Malezya'ya tersten bir giriş yaptık. Neden tersten? Çünkü dünyayı boşladığı her halinden belli insanların meskun olduğu, her sokağından beş çeşit koku yükselen










07.10.2017
Bangi, Selangor

---
[0] Sevgili karım
* Malezya para birimi. ~0.85 tl
** Salamat malam
*** Terima kasih

107 inci gun : Malezya

Malezyaya yolunuz düşerse günün birinde, karşınıza çıkan ilk kedinin üzerine yürüyün. O da sizin üzerinize yürüyecektir. Geri çekilirseniz ü...